Merhabalar,
Nisan ayı için seçtiğimiz konu “Çocuk Edebiyatı” idi. Tüm okuduklarımız için yazı hazırlamayı başaramadığımız için bunları sizinle genel bir yazı ile paylaşmak istedik. Michael Ende yazımıza da bir göz atmanızı öneririm.
Öncelikle Samed Behrengi‘nin “Küçük Kara Balık” ve “Bir Şeftali Bin Şeftali” öyküleriyle başlamak isterim.
Samed Behrengi 1939 yılında doğup 31 Ağustos 1967 yılında 28 yaşında hayatını kaybetmiş olan Azeri asıllı İranlı öğretmen, öykü yazarı ve folklor araştırmacısıdır. Kendisi de anlattığı öykülerde olduğu gibi düşük gelirli bir ailenin çocuğuydu. Ama bu onu engellemedi. Samed, ortaokuldan sonra öğretmen okulunda okuyup mezun oldu ve 1957 yılında öğretmen olarak işe başladı. Hayatının kalanında Azerbaycan’da öğretmenlik yaptı. Bu günlerini şöyle anlatmıştır;
“Nerede yoksulluk gördümse ben oradaydım. Kimse benim köküme su vermedi. Eğri büğrü bir susam bitkisi gibi hep az suyla yetinerek büyüdüm. İran’ın Azerbaycan köylerinde öğretmenlik yaptım. Babam benim hakkımda şöyle derdi; ‘İran ülkesini İranlılar arasında bölüştürseler, sana ancak bu kadar pay düşerdi.’“
Hem güçlü, hem kanaatkar sözler!
Öğrencileri için masallar yazarken Azerbaycan halk edebiyatını inceleyip halk masallarını derledi, Azeri Türkçesi ve Farsça olarak yeniden kaleme aldı. Yine İran eğitim sisteminin aksayan yönlerini tespit edip onlara dair çözümler geliştirdi. Çocuklar için yazdığı öyküler ise genellikle İran ve diğer dünya halklarına adalet, eşitlik, dogmayı sorgulama, direnebilme gibi öğütleri içeriyordu. Bu nedenle zamanın Şah yönetimine öyküleri ile karşı çıkmaktadır. Aras Nehri’nde başı ezilmiş olarak bulunmasının ardından gölde yüzmek isterken hayatını kaybettiği söylenmiş, ancak gerçek ölüm sebebi tam olarak ortaya çıkarılmamıştır. Geriye ise, çocuklar için yazılmış birbirinden güzel öyküler ve masallar kalmıştır. “Küçük Kara Balık”, bunların en bilinenidir belki. Dünya’nın, yaşadığı nehirden ibaret olmadığını bilen, ancak bilmesine izin verilmeyen, hatta bunu iddia ettiği için korkutulan küçük bir balığın bilgiyi arayışındaki cesaret dolu macerasını anlatmıştır. Sonunu düşünen kahraman olamaz, demişti birileri bir zamanlar. Belki de bunu, vazgeçenler asla kahraman olamaz olarak uyarlayıp Küçük Kara Balık’a ithaf etmeliyiz. Kim bilir?
“Bir Şeftali Bin Şeftali” de yine en bilinen eserlerinden biridir. Neden bir ağacın meyvelerini yetiştirip büyüten değil de toprağın sahibi yemelidir? Yoksulluk şeftali yemeye engel oluşturur mu? Hadi oradan sen de!
İkinci sıraya kimi koyacağıma karar veremesem de, John Boyne tarafından yazılan “Çizgili Pijamalı Çocuk” okunmayı hak eden bir başka kitap. Yalnızca çocuk kitabı denilemeyecek onlarca eserden biri. 1971 yılında İrlanda’da doğan yazar edebiyata öykülerle başlamıştır. İki kez İrlanda Kitap Ödülü’nü kazanıp New York Best-seller listesinde zirveye de çıkmayı başarmıştır. Son derece sade bir anlatımla, ajite etmeden hikayesini anlatabiliyor diye yazarı ancak tebrik edebiliriz. “Çizgili Pijamalı Çocuk”, 2006 yılında filme de uyarlanmıştır. Yazar, bu kitabı ile bir çocuğun bakış açısından Nazi Almanyası’na götürüyor bizi. Söyler misiniz, görüp görebileceğiniz en uzun çitin arkasında onlarca çocuk dururken Bruno neden yalnız oynamak zorunda? Evleri çok sıkıcı. Beş katlı bile değil, yalnızca üç katı var. Aşağı kadar kaymasına yarayacak bir merdivenleri dahi yok. Evdeki diğer tek çocuk olan ablası ise tam bir umutsuz vaka. Bu haksızlık değil de nedir?
Gelelim Christy Brown tarafından yazılan “Sol Ayağım” isimli kitaba. Yine hem çocuklara hem büyüklere hitap eden yazarımız, kitabının aynı zamanda ana karakteri. Biyografi niteliğindeki eser, tutkunuzu tüm engellere rağmen keşfedip gerçekleştirmek için yalnızca sol ayağınızı ileri atmanızı salık veriyor. Christy Brown, 1932 yılında Dublin’de doğmuş ressam ve yazardır. 23 çocuklu bir duvarcı ustasının hayatta kalabilen 13 çocuğundan biriydi. Beyin felci olduğu için konuşmasını ve hareketlerini kontrol edememektedir. Yaşadığı dönemde hastalığı çok bilinmediğinden, ailesine zihinsel engelli olduğu da söylenmiştir. Annesi hariç herkes buna inanmışken o yere, sol ayağıyla karaladığı yazılarla annesinin umutlarında haklı olduğunu ispatlamış ve ayağı onun dünyaya açılan penceresi olmuştur. 1981 yılında hayatını kaybetmiştir. Bir çocuğun farkının farkına varmasını, diğer insanlardan ve kendisinden beklentilerini, var olma çabalarını anlatmaktadır. Bu kez bir çocuğun penceresinden hayatı görmeyi deneyelim, hem de yalnız sol ayakla açılan bir pencereden.
Biraz modası geçmiş fikirler barındırsa da, okurken içinizde masumiyetin kelebeklerini uçuracak bir kitapta sıra; Louisa May Alcott’un “Küçük Kadınlar”ı. Yazar, 1832 yılında Amerika’da filozof ve eğitimci Abos Bronson Alcott’un dört kızından biri olarak doğdu. Dayısı da köleliğin kaldırılması için mücadele eden ünlü isimlerden Samuel Joseph May’dir. Geçim sıkıntısı nedeni ile gençlik yıllarında öğretmenlik, hizmetçilik, terzilik gibi işler yaptı. Babasının dostları ve içinde yer aldığı edebi akıma mensup olan Ralph Emerson, H. D. Thoreau gibi aydın ve şairler arasında büyüdü. 16 yaşından itibaren yazdı ve kadınların oy hakkı, içki aleyhtarlığı ile ilgili çalışmalar yaptı. 1888 yılında hayatını kaybetti. “Küçük Kadınlar”, yazarın hayatından otobiyografik notlar taşımaktadır. Bir genç kızın yaşadığı dönemde nasıl davranması halinde kabul göreceğini anlatmanın yanında, kendisini de ifade eden Jo’nun bu kurallara itiraz etmesi gönlümüzü alıyor. Çocuklar için, belki bizler için de iyi ve erdemli olmanın, elimizdekinin kıymetini bilmenin naif ve basitçe anlatılışına eşlik edeceksiniz. Yüzünüz hep biraz gülecek, sebepsiz yere mutlu olacaksınız.
Sizlerle paylaşmak istediğim son kitap Frenc Molnar tarafından yazılan “Pal Sokağı Çocukları”. Yazar 1878 yılında Budapeşte’de doğmuştur. Yazar daha çok Budapeşte sokaklarında gördüklerini güldürü öğeleri katarak yazmaya çalışmıştır. Hukuk öğrenimi görmüş, Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş muhabirliği de yapmıştır. Yapıtları arasında roman, öykü ve tiyatro eserleri bulunmaktadır. 1907 yılında yayınlanan “Pal Sokağı Çocukları” ise, iki ayrı mahallede yaşayan çocukların oyun alanları üzerindeki hakimiyet kavgasını anlatmaktadır. Basit bir mahalle kavgası diyemezsiniz buna. Bu tam anlamıyla vatanseverce ve kurallara uygun olarak yapılmış bir savaştır. Ama unutmayın, bayrağı kapmak, her şeyden önce bazı erdemlerle sınanmanızı gerektirebilir! Savaşın sonuçları ise her zaman beklenilen gibi değildir. Belki size hayatı sorgulama fırsatı da verir.
Tabii bunların dışında onlarca, belki daha çok güzel eser var. Edmonde Amicis’in “Çocuk Kalbi”, Saint-Exupery’nin “Küçük Prens”i, Vasconcelos’un “Şeker Portakal”ı, Astrid Lindgren’in “Kumkurdu”, Roald Dahl’ın “Charlie’nin Çikolata Fabrikası”, Susanno Tamaro’nun “Kitaplardan Korkan Çocuk”u. Sayılması gereken tüm isimleri saysak, sayfalar yetmez. Jules Verne kitapları, Polyanna, Oliver Twist, Tom Sawyer, Alice Harikalar Diyarında, Peter Pan, Pıtırcık, Hayalet Gişe, Kayıp Zamanlar, Miguel, Soğuktan Korkmayan Tek Kuş, Mavi Ayaklar… Ve tanıdık olan diğerleri; Aziz Nesin’den “Anıtı Dikilen Sinek”, Rıfat Ilgaz’dan “Hababam Sınıfı”, Yaşar Kemal’den “Filler Sultanı ile Karınca”, Cahit Zarifoğlu’ndan “Serçekuş”, Ülkü Tamer’den “Pullar Savaşı”, Yusuf Atılgan’dan “Ekmek Elden Süt Memeden”, Muzaffer İzgü, Eflatun Cem Güney, Ömer Seyfettin, Gülten Dayıoğlu ve diğerlerinin eserleri…
Eğer çocuklara anlatabiliyorlarsa, herkes anlayabilir demektir. Okuyun, belki size söylenen bir şeyler de vardır içlerinde!