Aşk deyince çoğumuzun aklına aynı film gelir: “Selvi Boylum Al Yazmalım”. Sadece kalbimize değil, gözümüze, mantığımıza, kararlarımıza dahi hitap eder. Filmin ortaya çıkış öyküsü de hoştur. Türkan Şoray, getirilen senaryoları beğenmeyince, onun bir teklifinin olup olmadığı sorulur. Sultan, Cengiz Aytmatov’un bu uzun hikayesini okumuştur, teklif eder. Sonrasında öykü baz alınarak, Ali Özgentürk tarafından senaryo yazılır ve film 1977 yılında Atıf Yılmaz tarafından çekilir. “Selvi Boylum Al Yazmalım”, sinema tarihi açısından oyuncudan çok yönetmenin ağırlık kazanmasıyla bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Trajik sonu da, sinemamıza yeni bir anlayış getirmiştir.
“Selvi Boylum Al Yazmalım” ya da “Kırmızı Eşarp”, bazı kaynaklara göre 1960 veya 1961 tarihinde yazılmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonraki 10 yıllık zamanı anlatmaktadır. Yazar, II. Dünya Savaşı’ndan sonra hayatı, dünyayı anlamaya, öğrenmeye başladığını; eserin bu yılların ürünü olduğunu söylemiştir.
Öykü, yazarın çoğu eserinde olduğu gibi, yaşadıklarından izler taşır. Irmtraud Gutschnke’nin Aytmatov’u anlattığı eserinde, Asel ve İlyas’ın, yazarın kendi köyünde yaşayan kişilerden yola çıkılarak ele alındığını belirtir.
Yazarın efsane ve destanlara, geleneksel olana bağlı olduğu okuyucuları tarafından oldukça iyi bilinmektedir. Özellikle Manas Destanı üzerinde uzun çalışmalar yapmıştır. “Selvi Boylum Al Yazmalım” da bir Çin masalından yola çıkılarak yazılmıştır. Bertolt Brecht de aynı Çin masalından yola çıkarak “Der Kaukasische Kreidekreis” (tr: Kafkas Tebeşir Dairesi, 1944) adlı oyununu yazmıştır. Masala göre; iki kadın bir çocuğu sahiplenir. Bilge bir yargıç bir daire çizer ve çocuğu kolundan çekerek daire dışına çıkarana vereceğini söyler. Öz anne kıyamaz ve çocuğu bırakır, böylece öz anne bulunmuş olur. Aytmatov, Samet’i dairenin ortasına koymuş, Brecht ise mirasçılık haklarını sorgulamıştır.
Yazar kurguyu, hikayede yer alan Dolon geçidinde konakladığı esnada iki sarhoşun birbirlerine anlattığı hayat hikayesinden ilham alarak oluşturmuştur. Aytmatov’un tüm eserlerinde efsane ve kültürel alt yapıya dayalı güçlü bir ön hazırlık vardır. Örneğin ele aldığımız eserde, Ekim Devrimi sonrası değişen yaşam koşulları, geleneklerin etkisi ve gelenekselin kötü veya bireylerce kötüye kullanılan kısmının çağdaş olan karşısında yenilenmesi gerektiğine dair bir metinsel altyapı ile karşılaşıyoruz. Karakterler az çok tanıdığı insanlardan esinlenmeler taşıması gerçekçiliği bir hayli artırıyor. Aytmatov’un hazırlık aşamasındaki başarısını gazetecilik tecrübesine bağlamak pekala mümkün görünüyor.
Öncelikle yazarımızı tanıyalım, sonrasında hikayemizin konusuna geçelim.
Cengiz Törekuloviç Aytmatov, Kırgız edebiyatının en büyük ismidir. Eserleri 170 dile çevrilmiş ve toplam baskı sayısı 60 milyonu geçmiştir. 20. yüzyılın en büyük yazarları arasında ismi anılmaktadır. 12 Aralık 1928 yılında Manas’ın karargahının bulunduğuna inanılan Talas vadisindeki Şeker Köyü‘nde dünyaya gelmiştir. Babası Törökul Aytmatov devlet adamı, annesi Issık Göl bölgesinde doğmuş Tatar asıllı Nagima, öğretmendir. Yazarın bir erkek iki kız kardeşi vardır. En çok etkileyen akrabası, masallar, efsaneler ve halk türküleri ile büyütmüş olan babaannesi Ayımkan’dır.
Aytmatov henüz 9 yaşındayken (1937), babası Milli Kırgız Partisi’nin sekreteridir, parti lağvedilince Komünist Parti’ye katılır. Ama Pantürkist suçlaması ile tutuklanır, bir yıl sonra da gizlice öldürülür. 1991 yılında, suçlama belgesi ile birlikte, Çon-Taş köyündeki bir toplu mezarda (Stalin döneminde milliyetçilikle suçlanan 137 Kırgız aydını infaz edilip gömülmüştür) bulunana kadar ailenin babalarının nerede olduğundan haberi olmaz.
Babası tutuklanınca ailesine, yazarın isim babası olan (Kırgızlar çocuklarına tarihteki önemli kişilerin adlarını verirler) amcası Rıskulbek sahip çıkar. Ancak aynı yılın sonunda o da Törökul’un kardeşi olduğu için tutuklanır.
Aile, baba ve amcanın tutuklanmasından sonra bir kaç yıl hala evinde kalır, daha sonra ise anne Nagima’nın işi nedeniyle Kirovskaya isimli bir Rus köyüne taşınır. Edebiyata ilgisinde annesinin de önemli bir payı vardır. Yazar eğitimi süresince kendini geliştirmeye çalışmıştır. Edebiyat dünyasına katkıları, dönemi için bir hayli öneme sahip olan Kırgızca’ya yaptığı çevirilerle başlamıştır.
Savaş sırasında erkekler askerde olduğundan tüm işler kadın ve çocuklara kalmıştır. Yazar da 14 yaşındayken, rejim tarafından kurulan yaşadığı köydeki kolektif çiftlikte / kolhozda sekreterlik, bir yıl da vergi memurluğu yapmıştır. 1946 yılında Kazakistan’ın Cambul şehrinde veterinerlik okur, 1948’de Kırgızistan Tarım Enstitüsü’ne devam eder; 1953 yılında veteriner olarak mezun olur. Bir süre veteriner olarak çalıştıktan sonra 1956-1958 yıllarında Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne, 1958 yılında Moskova Edebiyat Fakültesi’ne girer.
İlk eseri “Gazeteci Cyuda”, 1952 yılında Pravda Gazetesi’nde yayınlanınca, yazarlık hayatı da böylece başlar. Cyuda’yı 1957’de “Yüzyüze”, 1958’de “Cemile” takip eder. Bilhassa “Cemile”, büyük ilgi görür. Fransız yazar Louis Argon’un çevirisini yaptığı “Cemile” için “Dünyanın en güzel aşk romanıdır,” demesi üzerine yazar Avrupa’da tanınır.
1958 yılında Kruşçev’in anti-Stalinist kampanyası sayesinde Sovyet Komünist Partisi’ne ve Yazarlar Birliği’ne kabul edilir. Öncesinde babası hakkındaki suçlamalar, yazarın ve ailesinin burslarının kesilmesi, eğitim kurumlarına kabul edilmemesi ve iş bulamamaları gibi zorluklar yaşamalarına neden olmuştur. Literaturni Kırgızistan dergisi editörlüğü ve Pravda gazetesinin muhabirliğini yapmıştır. 1963 yılında yayınlanan “İlk Öğretmen”, “Deve Gözü”, “Cemile”, “Selvi Boylum Al Yazmalım” hikayelerinin yer aldığı “Steplerden ve Dağlardan” hikayeler isimli eseriyle Lenin Edebiyat Ödülü‘nü kazanır. 1959-1967 yılları arasında Novy Mir Dergisi‘nin editörlüğünü yapar. 1968’de Büyük Sovyet Edebiyat Ödülü‘nü kazanır ve Kırgızistan Milli Yazarı seçilir.
İlk romanı “Toprak Ana”, 1963 yılında basılır. Bu eserini babasına ithaf etmiştir.
“Baba, senin için bir anıt dikemedim. Senin nerede gömüldüğünü bile bilmiyorum. Bu eserimi sana, babam Törökul Aytmatov’a armağan ediyorum.”
Yazarın diğer romanları arasında “Elveda Gülsarı”, “Beyaz Gemi”, “Gün Olur Asra Bedel”, “Dişi Kurdun Rüyaları”, “Kassandra Damgası” ve “Dağlar Devrildiğinde” sayılabilir. Yirmi üç yayınlanmış kitabı bulunmaktadır.
Cengiz Aytmatov, kariyerindeki başarı ile devletten itibar da görmüştür. 1978 yılında Yüksek Sovyet Prezidiumu tarafından ‘Sosyalist İşçi Kahramanı’ seçilmiş, Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu Kültür ve Ulusal Diller Komitesi Başkanlığı ve Sovyet Yazarlar Birliği sekreterliği yapmış, SSCB dağılmadan önce Gorbaçov’un beş danışmanından biri olmuştur. 15 yıl boyunca SSCB ve Kırgızistan’ın büyükelçiliğini de yapmış, Avrupa Birliği, NATO, UNESCO ve Benelüks ülkelerinin Kırgız delegeliğini üstlenmiştir. Ayrıca Kırgızistan Dışişleri eski Bakanı Askar Aytmatov‘un babasıdır.
Böbrek yetmezliği tedavisi gördüğü Almanya’nın Nürnberg şehrinde 9 Haziran 2008’de, 79 yaşındayken hayatını kaybetmiştir. Vasiyeti üzerine babasının yanına gömülmüştür.
Aytmatov, Türk kimliğine oldukça önem vermiş, bir röportajında; “bir zamanlar Sovyet eğitim sistemi nedeni ile Türkiye’nin yerini bile bilmediği halde artık kültürlerin birbirine temas etmesinden ne kadar memnun olduğunu” söylemiştir. Ülkemizde kendisine verilen tüm ödülleri bizzat almaya gelmiş, Türkiye’de olmaktan ne kadar memnun olduğunu da ifade etmiştir. Elazığ’da adının verildiği parkı dahi ziyaret etmiştir.
Cengiz Aytmatov, eserlerini genellikle Rusça ve Kırgızca kaleme almıştır (1966 yılından sonra sadece Rusça). Rusça eserlerinin Kırgızca’ya tercümesini yapmasını hemşehrisi olan Aşım Cakıpbekov’dan, vakti olmadığını belirterek bizzat istemiştir. Çevirmen, ilkokulu “İlk Öğretmenim” eserinde anlatılan Düyşön’ün okulunda tamamlamış, yazarla benzer sosyal çevrelerde büyümüştür. İleri derecede Rusça bilmektedir. Aytmatov’un Kırgızca yazmış olduğu eserleri tekrar tekrar okuyarak bu çevirileri yapabildiğini, tercümelerin kendisinden istenmesinin ne kadar mutlu ettiğini anlatmıştır bir röportajında. Yazar bu ricayı yaparken çevirilerde dilediği ismi kullanabileceğini de söylemiştir.
Aytmatov’un en bilinen kitaplarından biri olan “Gün Olur Asra Bedel”den, yazarın dünya literatürüne kazandırdığı ‘Mankurt’ kavramından söz etmezsek eksikliğinin hissedileceği kanaatindeyim. Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bilinçsiz köleye verilen bu ad, “sosyal kimlik değiştirme ve öz köküne yabancılaşma” temasını karşılayan bir terim olarak sosyal psikoloji sözlüklerinde yazarın eserinden iktibasla yer almıştır. Efsane şöyledir; köleleştirmek istenilen kişinin saçları kazınır, kafasına devenin boyun derisi geçirilir, sıcakta bırakıldığında deri gerilir ve sonsuz acılara sebep olur. Kişi aklını yitirir ve efendisi ne söylerse onu yerine getirir. Orta Asya’da yaygın bir işkence ve zihin kontrol yöntemi olduğu söylenir. Ne kadarı efsane bilemiyoruz. Bu arada ‘mankafa’ kelimesi ile aynı anlama geldiğini de söyleyelim.
Artık hikayemizin konusuna geçebiliriz.
Anlatıcı bir gazeteci; muhtemelen yazarın kendisidir. Ani bir şekilde Narın şehrinden Frunze’ye (şimdiki Bişkek) dönmesi gerekmektedir, ancak otobüsü kaçırır. Bir vasıta bulacağını düşünüp yakıt istasyonuna gider ve sonradan hikayesini dinleyeceği İlyas’la karşılaşır. Ama ısrarına rağmen İlyas, onu kamyonuna alamayacağını söyleyip ayrılır.
Anlatıcı bu kez bir tren yolculuğunda karşılaşır İlyas’la. O gün neden yardım edemediğini açıklamaya çalışmasıyla aralarında bir sohbet başlar. Anlatıcının karışmaması pek güç olur, çünkü diğer tarafını da dinlemiştir. Hikayesini dinledikçe İlyas’ın gururlu, inatçı, gözüpek ve fevri bir adam olduğunu öğrenir. Kazandıklarını böyle kazandığı gibi, kaybettiklerini de böyle kaybetmiştir.
Yetimhanede büyüyen İlyas’ın, askerden dönünce en yakın arkadaşı Alibek vasıtasıyla Tien-Shan dağlarındaki (Tanrı Dağları) Ribaçye ulaştırma merkezinde şoför olarak çalışmaya başladığını öğreniyoruz. Merkezin yanındaki Issık Gölü‘ne hayran olmuştur. Kamyonunu bir insan gibi görmekte, iyi bakmakta ve zaman zaman sohbet etmektedir. Dağın, gölün ve kamyonun dahi kişilikleri vardır. Kamyonun Asel’le tanışmalarından önce batağa saplanması, yalvarınca çıkması, Samet’le aralarında bir köprü oluşturması gibi…
Ulaştırma merkezinde Alibek dışında, pek yıldızlarının barışmadığı Cantay ile kendisini diğer şoförlerden ayırdığını bildiği sevk görevlisi Kadiça vardır. Cantay’ın birlikte kaldığı bir kadın olduğu halde Kadiça’nın da peşinde koşmaktadır. Kadiça ise boşanmıştır ve İlyas’a bağlanmak istemektedir
Dağ yolundaki taşıma işine bir süreliğine ara verilip kooperatife yardım için kolhozlara gidilmesi gerekmektedir. İlyas’a da bu görev verilir, ancak o çamurlu yollarda bata çıka gitmekten memnun değildir. Yine de gider; sosyalist rejim hakimdir ve herkes yapması gerekeni yapmalıdır.
Bir köyün yakınlarında arabası çamura saplanır. Kurtarmak için kamyonun altına girdiğinde kendisine yaklaşan bir çift çizme ile entarinin ucu görünür. Köye bırakması için bekleyen bir nine olduğunu düşünür.
“-Git yoluna nine! Benim işim hemen bitmez, boşuna bekleme!
-Ben nine filan değilim.
-Nesin ya?
-Genç bir kızım.
-Genç bir kız mı? Güzel misin bari?
-…
-Güzelmişsin! Bir çift de güzel ayakkabın olsaydı bari!”
Filmden de hatırlayacağınız meşhur tanışma sahnesi gerçekleşir. Hikayeyi ağzından dinlediğimiz İlyas ilk görüşte aşık olmuştur, ama konduramaz. Ertesi gün gitmemek için Kadiça’yla konuşur. Ama dili “İş iştir,” dese de Asel’i görme isteğiyle gider. Köye vardığı her gün, kendisini bekleyen Asel’le karşılaşır. Onun da gönlü vardır, ancak ailesi başka birine vermek üzeredir.
Filmdekinin aksine Asel, okuma yazma bilen, eğitimli bir kızdır. Köyde yaşasa dahi herkese açık eğitim örgütü sayesinde, kütüphaneden çıkıp kolunun altındaki kitaplarla evine gelebilmektedir. Tabii, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu anlatının, yazarın olması gereken bir değişikliğe dair umudu olduğu da kabul edilebilir.
Düğün işi kesinleşir, İlyas’ın da kolhozdaki görevi sona erer. Bir daha görüşmemeye karar verirler. Ama İlyas dayanamaz ve yine gider. Asel de onu bekliyordur. Neredeyse konuşmadan Asel kamyona biner ve Ribaçye’ye doğru yola çıkarlar. Hiçbir planları yoktur.
İlk başlarda her şey yolundadır. Alibek’in verdiği eve yerleşirler, herkes evliliklerini kutlar. Küçük oğulları doğar.
Bu vakitlerde kar yağışı nedeni ile aşılmaz dağ yolunda kalan bir araca yardım eder İlyas. Yedeğine alıp Dolon geçidini geçer ve bakım istasyonuna bırakır. İçindekiyle sonra tekrar karşılaşacaktır.
Bir süre sonra, elektrik santralinin bir an önce açılabilmesi için malzemelerin acil olarak nakledilmesi gerektiği haberi gelir. İlyas, daha önce yaptığı gibi römork takmayı önerir. Herkes bunun delilik olduğunu düşünür, ama o kafaya koymuştur. Nihayetinde başaramadığı gibi, Alibek’le de arası bozulur. Ama diğer kamyonlar, ek önlemlerle onun önerisini hayata geçirir.
İlyas başarısızlığı hazmedemez. İçkiye verir kendini. Asel’e anlatamaz. Ama meyhanede karşılaştığı Kadiça’yla paylaşır. O kadar mutsuzdur, kendini derdine öyle kaptırır ki Asel’den uzaklaşıp Kadiça’ya yaklaşır.
Cantay bu dudumdan hoşlanmaz ve Asel’e eve uğramayan kocasının yerini haber verir. İş yerine gelip Kadiça’yla konuşan Asel haber bırakmadan ayrılır. İlyas, pişmandır, köye gider ama bulamaz. Hak etmediğini düşünüp peşini bırakır, Kadiça’yla birlikte yeni bir hayata başlar. Ama mutlu değildir. Kadiça, gitmesine ses etmez, çünkü İlyas’ı çok sevmektedir. Evliliğine de saygı duymuş, ama İlyas zayıflığından ötürü geldiğinde her zamanki gibi hayır diyememiştir.
Asel’in köyüne gider önce; evlenmiş olduğunu öğrenir İlyas. Her şeyi kaybetmiş olduğunu düşünse de, yaşamak için çalışması gerekmektedir. Yaşamaktansa vazgeçmez. Önceden çalıştığı ulaştırma merkezinde iş bulur. Tanıdıklarından kimse, başarısızlığını yüzüne vurmamıştır. Alibek ve Cantay da ayrılmıştır çoktan. Uzun zamandır içmediği halde, vakit bir türlü geçmeyince meyhaneye gider. Öyle çok içer ki, Tien-Shan dağları aman vermez ve kaza yapar.
Baytemir bulur onu. Daha önce yardım gördüğü adama yardım etme sırası ondadır şimdi. Evine götürüp misafir eder. Karısını gördüğünde İlyas yıkılır. Asel, Baytemir’le evlenmiştir. Samet ona baba diyordur. Birbirlerini tanımamış gibi davranırlar. Daha sonra onunla gelmesini de isteyecek ama reddedilecektir.
Samet, kamyonları çok sevmektedir. İlyas’tan onu gezdirmesini ister. İlyas, karısını kaybettiğini bildiği halde oğluna sarılır. İşi bittiğinde, arkadaşlarıyla oynayan Samet’e uğrar hep, kamyonuyla gezdirir.
1 Mayıs bayramı için kurmalı bir kamyon alır. Vermek için gittiğinde korktuğu başına gelmiş, Asel kaçamaklarını öğrenip Samet’i dışarı bırakmamıştır. İlyas hastalanmış olabileceğini düşünüp telaşla oğluna giderken yazarla yakıt istasyonunda ilk kez karşılaşmıştır.
Sonrası filmden bir parça farklı. Seçimi ne Asel ne Samet yapar. Seçim çoktan yapılmıştır.
İlyas, evin önünde bulduğu Samet’i kamyona bindirir. Sadece gezdirecek, hediyesini verecektir. Ama aklına oğlunu alıp gitmek düşüverir. Samet, Baytemir’i (filmdeki Cemşit’i) görüp “Baba,” diye ağlayınca İlyas onu bırakmak zorunda kalır.
Baytemir, başından bu yana seçimi hep Asel’e bırakmıştır. Dilediği zaman gidebileceğini bilmektedir Asel; artık güçlü ve kararlıdır. Oğlunun iyi olacağını düşündüğü için kalmıştır Baytemir’in yanında. Filmdekinin aksine resmî nikahları da yoktur. İlyas’ın hala Kadiça’yla olduğunu duymuş, umudunu kesmiştir Baytemir’in teklifini kabul etmeden önce.
İlyas da, kendisi vazgeçer Asel ve oğlundan. Hayatlarında ona uygun bir yer yoktur çünkü.
Herkes tarafından bilinen filmin asıl hikayesini, Aytmatov’un duru ve etkileyici anlatımıyla, neredeyse hikayenin bir kahramanı olan, can bulan eşyanın inanılmaz güzel tasviri eşliğinde okumanızı tavsiye etmeyeyim de ne yapayım?
Keyifli okumalar!
İnsan için en zor olan şey, her gün insan kalmaktır.
Cengiz Aytmatov
Alıntılar için Cem yayınevi, 1982 baskısı kullanılmıştır. Yazı içeriğinde Wikipedia ve aytmatov.org adlı internet sitelerinden yararlanılmıştır.
Her ay derslerimden sınavlarımdan vakit buldukça yazılarını okumaya çalışıyorum Yeşim bilmiyorum beğenilerim görünüyor mu?Lakin şuan da okuduğum yazı beni alıp götürdü.Ah Selvi boylum al yazmalım..Kulağımda şarkının tınısı yankılıyor..Beni şu yazınla çok ayrı alemlere götürdün teşekkür ederim..Emeklerinize kaleminize uğraşlarınıza sağlık..Bu siteyi sonuna kadar destekliyorum inşallah senin ve İdilin çalışmaları hep sürer çünkü insan bazen hayat karmaşasından sonra buraya sığınmaya ihtiyacı oluyor..
Yorumunuz bizi çook sevindirdi! Yeşim de ben de severek yapıyoruz bu işi ve sizden bunları duymak paha biçilemez. Bizim amacımız da sizinkiyle aynı; edebiyatın içinde farklı hayatları, öyküleri keşfetmek. Heyecanımızı paylaştığınızı bilmek çok güzel. Lütfen takipte kalın. Sevgiler!
mükemmel tahlil, kaleminize sağlık 🙂
Gerçekten ellerinize sağlık çok güzel yaralı bilgiler içermekte proje ödevim var ve sizin yazınızı okuyunca çok yardımcı oldu bunun dışında bu romanla ilgili size bir kaç soru sorabilirmiyim acaba ?