Yaşlı muhasebecinin odasının kapısındaki savcı Ali, olay yeri ekibinin işini bitirmesini bekliyordu. Pencere ile koltuk arasında yatan adamın, muhtemelen kaza ile, arkasındaki eski tip kalorifer peteğine kafasını çarpıp öldüğünü söylemişlerdi. Nihayet oda boşaldığında savcı, peşindeki katibi ile birlikte odaya girip olay yeri tutanağını tutmaya başladı. Sağlık ekibinin müteveffayı almak için yerinden oynattığı eski tip büro koltuğuna göz atmak için masanın arkasına gitti. Basit bir kaza mıydı gerçekten ölümü? Eğer öyleyse, bundan sonra koltuğunda artistik hareketler yapmaktan kaçınsa iyi olurdu.
Sandalyenin başına geçip sağına soluna baktıktan sonra, dikkatle izleyen katibine işaret etti. Koltuğun yanına gelen Acar’a bir sorun olursa müdahale etmesini tembihledikten sonra -“Aman Acar, pisi pisine gitmeyelim. Dikkat et gözünü seveyim.”- sırtını koltuğa iyice yasladı. Tam o anda çıt diye bir ses geldiğini duyan ikili, birden kayan ön tekerleğe Acar’ın ani müdahalesiyle de heyecanın doruklarına ulaştı.
Acar, savcının kalkmasına yardım ettikten sonra sandalyeyi çevirip baktıklarında üç tekerlekten ikisinin kırılmış olduğunu fark ettiler. İkili odadan çıkarken, içeri çağırdıkları mobilyacı giriyordu.
“Aman İskender abi, sağına soluna iyice bak, Savcı bey ayrıntılı rapor istiyor.”
İskender, adliyenin eski bilirkişilerindendi; ama ölüm olayına görevlendirilmesi ilk kezdi. Savcı beyin lojmandaki mutfak dolaplarını da o yapmıştı, huyunu iyi bilirdi. Olayı ayaküstü öğrenip koltuğu yüklendi, atölyesine koştu. İnce ince sorardı yarın Ali bey, mahcup olmamalıydı.
***
Hastanenin morgunda, nöbetçi doktor muayenesini bitirmiş, yanı başındaki savcıya maktulün boynunun kırıldığını anlatıyordu.
“Cervical vertebra kırığı gibi görünüyor savcım. Maktul şoka girmiş, sonra da ex olmuş. Koltuktan düşmeyle olur mu emin değilim. Çok şiddetli bir savrulma olması gerekir, ama imkansız da değil, hele ki kilosu dikkate alınırsa. En iyisi adli tıp şubeye sevk etmek.”
Ali, tutanağı düzenlemek için kendisine gösterilen odaya geçtiğinde kimlik tanığının da geldiğini söylediler. Ölenin eşi, gözleri yaşlı dokunsan ağlayacak halde onu bekliyordu. “Aman bey, bunlar da mı gelecekti başımıza? Ne olur bir kez göreyim,” diyor da başka bir söz etmiyordu. Acar müdahale etti: “Doktorun işi bitince göreceksiniz zaten. Kimliğinizi alabilir miyim?”
On dakika sonra morgdan gelen feryat figandan kadının eşini teşhis ettiğini anlayan Ali tutanağı tanığın gıyabında yazdırmaya devam etti: “Müteveffa eşim olur. Teşhis ettim.”
Hıçkırıklar eşliğindeki kadına bir bardak su içirip eşinin üzerinden çıkan değeri az eşyayı teslim etmek için Ali’nin yanına getirdiklerinde tutanağı da tamamlayıp imzalattılar.
Ölen şahsın ismi Musa Sarnıç idi. “Musa beyin cebinden cüzdanı, içinde bir kısım banka kartı ve kimliği çıktı, para yoktu,” dedi teslim tutanağını imzalatmak için uzatan Acar, “Sizden başka mirasçısı var mı?” Kafasını sallayıp elindeki şekli bozulmuş peçeteyle gözlerini silen kadın hıçkırdı, “Yok. Diğer eşyalarını ne zaman alabilirim?”
Yakınını kaybeden birinden beklenmeyecek bir açık sözlülüktü! Ali, “Diğer eşyalarından kastınız nedir?” diye açıklamasını istedi.
“Alyansıyla boynundaki zinciri vermeyecek misiniz? Ah, kim önce ölürse diğerinin alyansını boynunda taşıması için almıştık bu zincirleri. Benimkini de parlatılmak için almıştı sabah. Ne acıymış Yarabbim!”
Boynunu yoklayıp ağlamasının şiddetini iyice arttırdı. Ama Musa’nın boynunda zincir yoktu, olmadığını öğrenince Selma Sarnıç hıçkırığını kulağın dayanmakta zorlanacağı desibellere taşıdı. Onu olay mahalline varan akrabalara emanet edip kalan herkes mekanı terk etti. Musa da ayrıntılı inceleme için Adli Tıp Şube Müdürlüğü’ne doğru yola çıktı. Maalesef yol onun için henüz bitmemişti.
***
Ali odasına geçip temkinlice arkasına yaslandığında, kapıdan Acar’la birlikte müteveffayı bulan çaycı girdi.
“Çay ocağını babam işletir. Musa abinin bürosu, üç yıldır bizim iş hanında. Günde iki demlik çay içerdi, bugün hiç istemeyince yok sandım. Öğleden sonra üç gibi kapının önünden geçerken bir şey dürttü beni, ittim kapıyı, açıktı. Odasına baktım, yok. Koltuk da olmayınca garibime gitti, dikkatli bakınca kolunu gördüm yerde.”
Ali ayrıntıları sordu bu kez.
“Kapısı hep açık olur. Yoktur düşmanı falan, şeker gibi adamdır Musa abi. Adamdı yani. Haram iş yapmazdı, onun için müşterisi de azdı. Bilirkişilik de yapardı asliye hukukta, mübaşir Mustafa’nın da köylüsüdür. Giren çıkan görmedim bugün onun katına. Zaten onun katında bir avukat, bir de mühendis var, onlar da bir haftadır yok. Avukat hakimlik sınavını kazanmış, mühendis bey de seminere gitmiş. Kıpır kıpır adamdı Rahmetli, hiç yerinde durmaz çalışmayı çok severdi. Koltuğu arızalıydı zaten, yenisini bu ay alacağım diyordu, ama nasip değilmiş. Zincirle alyansı da bilemiyorum, görevli lavaboda bulsa getirirdi herhalde.”
Kilosuna göre hareketi fazla, işi azdı anlaşılan. Ama kaza nedeniyle dosya kapanacak gibi görünüyordu. Peki altınlar neredeydi? Ali birde Musa’nın köylüsü Mustafa’yı dinlemek için çağırdı.
“Köylümdü. Anne tarafından da uzaktan akrabaydık. Biz onlardan sonra göçtük buraya. Dürüsttü, işini iyi yapardı. Bilirkişiliği de ben söyleyince yapmaya başlamıştı. Bu ara elinde iki üç dosya vardı, öyle sorunlu dosyamız da yoktu.”
Ali iyice sorunca anlatmaya devam etti.
“Hanımı dışarıdan, tanımıyoruz. Ama bir sıkıntılarını duymadık. Bazen köyde dedikodu olurdu, Rahmetli için kılıbık derlerdi; ama boynunda zincir olup olmadığını bilmiyorum. Dosyalarımızı ne zaman teslim alabiliriz savcım? Bizim dosyalar ne olacak?”
Savcı Ali, olay yeri inceleme ekibinin el koyduğu tüm evrakın incelemesi bittikten sonra alabileceğini söyleyip Mustafa’yı yolladı. Biraz da diğer işlerine bakmak için masadaki dosyalardan birini önüne çekti.
***
Ertesi gün İskender, bir elinde sandalye, diğerinde tek sayfalık raporla kapıda göründü. “Savcım, koltuğun belkemiği kırılmış, amortisörü de bozukmuş, tekerlekleri sizlere ömür. Nasıl oturuyormuş adam bunda anlamadım. Nereye koyayım bunu?” Savcı, elinde hala koltuğu tutan İskender’e kendi sandalyesini çekip yer gösterdi. İskender emaneti masanın arkasına yerleştirdikten sonra, savcı beyin sandalyeye oturmasını istemesiyle sarsıldı. Masanın arkasındaki camın önünde aynı Musa’nın odasında olduğu gibi kalorifer peteği vardı. “Aman savcım, iki çocuğum var ellerinden öper. Daha gencim, etme!”
Ali, “Aramızda Musa’ya kilosu en yakın olan sen varsın, dene bakalım,” diye ısrar edince İskender ciddi olduğunu anladığı Savcının tuttuğu koltuğa meyletti ama titreyerek. “Bakmayın iri göründüğüme. Kemiklerim iri, yoksa yetmiş beş kilodan bir gram fazla değilim.”
Ali ve Acar bıyık altından gülseler de cevap vermediler. Acar cam kenarına yerleşmişti, Ali’nin çağırıp sandalyenin kenarına diktiği iki hizmetliyi görünce İskender biraz rahatladı. Oturunca duyduğu çıt sesini, amortisördeki arızaya yordu. Sırtını yaslayınca koltuk kendi kendine inmeye başladığı gibi sırtı da geriye eğilince, ön tekerlek fırladı, koltuk İskender’i arka üstü sırtından atmaya yeltendi. Çok kötü bir şey olmadıktan sonra sandalyeye dokunmama talimatı almış olan seyircilerin gözü önünde, İskender pisi pisine gidiyordu ki, masaya dayadığı ayakları ve masanın ucuna yapışan elleri sayesinde ucu ucuna kurtuldu.
“Aman Allah! Niye tutmuyorsunuz ulan? Pardon savcım ama, tutmadı bu eş’şoğulları!”
“Hakaretten tutanak tutayım mı savcım,” diyen Acar’a gözleri büyüyerek bakan İskender’in haline daha fazla dayanamayan Ali kendini bırakınca, odayı kahkahalar sardı. İskender’in kahkahası biraz dehşettendi.
***
Öğleden sonra, başka bir dosyanın işini bitirip masanın sağ ucuna atan Ali, Acar’ın sabahı hatırlatmasıyla İskender’in haline yine güldü. “Kaç yaşındaydı şu Musa?”
“Altmış üç, savcım.”
“Romatizma, fıtık falan, kronik bir hastalığı var mıymış?”
“Kemik erimesi tedavisi görüyormuş savcım, karısı öyle söyledi. Onun dışında turp gibiymiş.”
“Bunu birileri itmiş Acar. Sen ne diyorsun?”
“Kim?”
Kapı çalınca sohbetleri bölündü. İçeri giren, genç avukatlardan biriydi. Ama adliyede sık sık ayak altında dolaştığından tanınırdı. Sevilir miydi, orası meçhul.
“Savcım, bu vekaletnamem. Dünkü ölüm olayında müvekkilimin defterleri de olay yeri inceleme ekibi tarafından alınmış. Vergi dönemi olduğu için işlem yapılması gerekiyor. Ne zaman teslim alabiliriz?”
Ali vekaletnameyi alıp okudu. İlçenin en büyük inşaat firması olan Tacettinoğulları şirketinin ismini görünce duraksadı. Demek ki Musa az ve öz iş alıyordu.
“Ne zamandır Musa beyle çalışıyordu sizin şirket?”
“Yeni başlamıştı sanırım, ama tam zamanını bilemiyorum Savcım,” diye cevapladı Avukat Hakan.
Hakan sorusunun cevabını aldı, Savcı beyin sorusunun cevabını öğrenip dönmek üzere odadan çıktı.
***
Ali mesaiyi tamamlayıp tam masadan kalkacakken kapıdan başını uzatan polis memuru araştırma tutanağını teslime geldiğini söyledi. Ali, akşam gideceği geleneksel kurumlar arası maça konsantre olmuşken gelen evrakı şöyle bir okuyup masasına bıraktı. Terini iyice atınca dönüp bakacaktı.
Maçı, Acar’ın golüyle kıl payı kazanmışlardı. Maliyecilerin morali bozulmuş, bir tepsi baklavayı ortaklaşa yerken neşeleri anca yerine gelmişti. Ali de eve gitmeden adliyeye uğrayıp masasındaki yazıyı almış, seslice okuyordu.
“Tutanaktır. Maktul –maktul değil, şimdilik müteveffa– çevresinde sessiz, işinden evine giden birisi olarak tanınmaktadır. Emniyet Amirliğimize yansıyan herhangi bir suçun faili ya da mağduru olarak kaydı bulunmamaktadır. 2016 yılında, üç kez gürültü nedeni ile komşuları tarafından şikayet edilmiş, şikayetten vazgeçme nedeni ile işlemler adliyeye yansımamıştır –bak sen!-. Ankara-Gölbaşı-İncek köyü nüfusuna kayıtlıdır, ancak 40 yıldır ilçemizde ikamet etmektedir. Üzerine kayıtlı İncek köyünde bir dönüm babadan kalma tarlası –bak bu ilginçti işte– ile 2004 model binek arabası bulunmaktadır. Eşi ile birlikte yaşar, çocuksuzdur. İşhanı eski bir yapı olduğu için, olay yerini gören güvenlik kamerası tespit edilememiştir. Maktulü en son, evden çıkarken eşinin gördüğü tespit edilebilmiştir.”
Ali, eve gidip yatağına yattığında hala Musa’yı düşünüyordu. Bildiği kadarıyla İncek, inşaat firmaları için oldukça gözde bir yerdi; tarlası çok değerlenecekti. Bahtsız muhasebeci bu dünyadaki nasibini yiyemeden öbür dünyaya yollanmıştı.
***
Ertesi gün, olay yeri inceleme ekibinin olayla ilgilenen amiri Murat, fezlekeyi teslim etmek için geldi. İncelenen evrakın arasında bilirkişilik dosyaları da vardı ve onları da yanında getirmişti. Ali, şöyle bir göz attığında Tacettinoğullarının dosyasını gördü, kapağını kaldırıp henüz imzalanmamış rapor çıktısına bumdu. Bilirkişilerin, görevi gereği tarafı oldukları dosyalarda inceleme yapamaması, en azından fark edince dosyadan el çekmesi gerekiyordu. Bu işte bir tuhaflık vardı.
Rapor, tahmin ettiği gibi çekilmeye ilişkindi ve tarihi iki hafta öncesine aitti. Dosyayı karıştırırken en arkasındaki müsveddeye ilişti gözü. Defter çıktılarında bir kaç kalem işlemin üzeri işaretlenmiş ve sonuna bir not düşülmüştü; “Bunları envanter defteriyle kıyasla.”
Murat çayını içerken, Acar diğer bir muhasebeci bilirkişiye dosya ile birlikte şirket defterlerini teslim ediyordu. “Aman bugüne yetiştir raporu Kaya abi!” Dünkü maçın kritiğini de yapan Kaya, selamlarını sunup ayrıldı.
***
Öğle arasından sonra çayını içmek için uğradığı Sulh Hukuk Mahkemesi hakimi, lafı ilçeyi sarsan cinayete getirdi. Nereden belliydi cinayet olduğu? Haberler hızlı yayılıyordu. Bugün de Noter hanım müteveffanın vasiyetnamesini göndermişti. Dosyayı izin isteyip önüne çeken Ali heyecanla açtı. Karısından başka mirasçısı yoksa Musa neden vasiyetname düzenlemişti?
İki farklı vasiyetname karşısına çıkınca daha çok şaşırdı. İlki iki yıl önce yapılmıştı. “Hür irademle, üzerime kayıtlı taşınır ve taşınmaz malların 1/4 hissesini ilk eşimin oğlu olan Selim oğlu Çetin Hürpınar’a, kalan kısmını yasal mirasçım olan eşime bırakıyorum.”
Ali’nin gözleri büyüdü, diğer vasiyetname altı ay önce yapılmıştı. “Hür irademle, …/2014 tarihli vasiyetnamemi geçersiz kılarak üzerime kayıtlı taşınır ve taşınmaz malların tamamını Kızılay Derneği’ne bağışlıyor, tek mirasçım olan karımın zina suçunu işlemesi nedeni ile onu mirasımdan çıkarıyorum.”
Bu beklenmedik bir gelişmeydi. Hakim beyle vedalaşıp çıkarken aklında binbir soru vardı. Önce nüfus kayıt tablosunu çıkarıp Musa’nın üvey oğlunu araştırdı. Kimlik bilgilerini bulduktan sonra internetten bulduklarını uzun uzun inceledi. Onun da bu ilçede çalışıyor olduğunu neden kimse söylememişti? Muhtemelen Musa’nın komşusu olan mühendis oydu. Neden mirasından çıkarmıştı. Eşininkiyle aynı neden olabileceği geldi aklına. Çok fena bu düşünceyi aklından savdı. Musa’nın karısı ve oğlunu getirmeleri için Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazdı. Dosyayı kapatıp biraz gözlerini dinlendirdi, içinden bir ses yakında dosyanın çözüleceğini söylüyordu.
***
Bir saat kadar sonra Selma Sarnıç karşısındaydı. Yüzüğün bulunduğu zannıyla gelip oturduğu koltukta Ali’nin sözleri renkten renge girmesine neden olmuştu.
“Üç yıl önceydi. Çetin bürosunu buraya taşımayı düşündüğünü söylemişti, büyük şehirde yapamıyormuş. Bence aklında Musa’nın babasından kalan tarlası vardı. Büyük inşaat firmaları teklifler yapıyor, Musa kabul etmiyordu. Tam da bunun üzerine gelmişti. Musa’yı ikna etmek için öyle çok uğraşıyordu ki! Musa, hatırası var diyerek satmak istemiyordu, ben ölünce satarsınız diyordu. Nereden bilirdik ki böyle olacağını? İki yıl kadar önce beni de ikna edip vasiyetname yapmıştı. Allah var, eski karısının hakkını da ödeyemem, biz o ölmeden görüşüyorduk Musa’yla –yine sürpriz bir bilgi!-. Oğlunu emanet edip bize karışmadı, hastaydı zaten. Geçen yıl…”
Bundan sonra Selma hanımı biraz cesaretlendirmek gerekmişti. “Geçen yıl, tartışmıştık Musa’yla. Çetin’in vasiyetname düzenlendikten sonra değiştiğini, aklının fikrinin parada olduğunu, korktuğumu söyleyince kavga ettik bir kaç kez. Ne bileyim cinayet işleyebileceğini? Emin değilim tabii ki, ama yapar o çocuk, her şey beklenir ondan.”
Neyse ki Ali’nin korktuğu itirafı yapmamıştı kadın.
“Bu tartışmalar o kadar üzdü ki! Beni görmezden gelmesine dayanamıyordum. Asla beklemezdim, ama bana vurdu.” Selma, elinin altındaki çantasını sıktı, gözleri dolmuştu, ama anlattıkça rahatlıyordu sanki. Hiç bölmedi Ali.
“Beni ciddiye almasını istiyordum sadece. Bir gün iş yerine gittim, yine tartıştık. Çıkarken ağladığımı gören Muhsin, karşısındaki mühendis, beni içeri davet etti. Çok ilgi gösterdi. Çok tanımazdım onu, ama konuşma ihtiyacı hissetmiştim. Yanıma oturup elimi tuttu. İçeri girerken Çetin görmüş, hemen Musa’ya anlatmış. Muhsin denen pis herif bana sarılırken gördüler. Kıyamet koptu tabii. Muhsin yanlış anladığını söyledi neyse ki, ama zor ikna oldu Musa. Sonra bu zincirleri yaptırdık, öldükten sonra dahi ondan başkasına bakmayacağıma yemin ettim. Vasiyetnameyi değiştirdiğinden haberim yoktu. Hepsi Çetin denen çocuğun suçu, kocamı da o öldürmüştür.”
Ağlamaya başlayan, pişman, incinmiş ve öfkeli kadınla bir arada oturmanın mümkünatı kalmamıştı. Kadını yolladıktan sonra Ali sandalyesine oturup düşündü, ama geriye fazla yaslanmadı. Çetin geldiğinde başka bir dosyayı okuyordu. Gelir gelmez oturan genci pek gözü tutmamıştı, ön yargı da olabilir, diye içinden geçirdi.
Ayağa kaldırıp ifadesini almaya başladı. “Annemi aldattı Musa. Selma denen kadın baştan çıkarmış. Allah var, hiç sevmedim ikisini de, hep kızdım. Ama cinayet çok ağır bir itham savcı bey. Ben kimseyi öldürmedim. Selma da yalan söylemiş, telefonundaki mesajları anlatmamış mesela. Musa’nın hepsinden haberi vardı, onun için mirasından bile çıkardı.”
Ali şaşırdı, vasiyetnameden bahsetmemişti.
“Noter katibi arkadaşım, üvey babamın geldiğini, karımı mirasımdan çıkaracağım dediğini, o anlattı. Vasiyetname içeriğinden haberim yok, işlemi noter hanımın kendisi yapmış. Açıp bakamazlar ki vasiyetnameye, mühürlü zarf içinde saklıyorlar. Beni de mi çıkarmış mirasından, neden ama? Bu haksızlık!”
Çetin’in ağzından faydalı başka bir bilgi almak mümkünatı kalmayınca onu da yolladı. Öldürmek için yeterince nedeni vardı, tutuklamaya da sevk edebilirdi ama şehir dışından geleli bir iki saat olmuştu, yani henüz cinayet olduğu kesin olmayan ölümün muhtemel zanlısı olması mümkün değildi. Ya karısı? Selma’nın telefon kayıtlarını da isteyemezdi, zina suç değildi ki!
***
Kaya bey, raporu imzalatmaya geldiğinde çayını yudumluyordu. Demli bir çay kadar zihin açan bir içecek var mı ki?
Raporun sonuç kısmına baktı. “Şirket defterlerinde …/2016 tarihlerinde kayıtlara işlenmiş olan … sayılı 6 adet faturanın sahte fatura olduğu, 396.853,32 TL vergi kaybına sebep olduğu…”
Kaya ile göz göze geldiklerinde dosyanın ardında bulduğu müsveddeyi sordu, Musa bunları tespit etmişti. Bu kadar dürüst bir adam bile bile neden kabul etmişti onların işini?
Tam anıldığı vakitte, avukat Hakan kapıda görünüverdi. Dosyaları alıp alamayacağını sordu. Ama dosyalar çoktan vergi dairesine teslim edilmişti. Hakan’ın başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydi. “Nasıl olur savcım,” diyordu, “müvekkilim dürüst bir iş adamıdır.”
Musa’nın iki hafta önce kendisinin işe talip olduğunu söylemişti. Güvenilir birisi olduğu için anlaşmışlardı. Zaten birden fazla muhasebecileri vardı, “Kesin onlardan birinin işidir,” diyordu Hakan, “müvekkilim dürüst bir iş adamıdır.” Göreceğiz bakalım! Bundan sonrasını vergi dairesi halledecekti.
***
Mesainin bitmesine yakın, Acar’ın acarlığını gösterip adli tıp raporunu vaktinden evvel alıp getirmesiyle merakı tavan yaptı. Raporda yazanları görünce inanamadı. Musa üçüncü derece pankreas kanseriydi. Karısının bunu bilmemesi mümkün müydü? Gerçekten de boynu kırılmıştı. Sandalyenin kaymasıyla ölüm arasında ilişki olup olmadığının olay yerinde yapılacak keşfe ilişkin evrakın gönderilmesi halinde tespit edilebileceğini de yazmışlardı. Yarın ilk iş, keşfe gitmekti o halde.
***
Keşif mahalline yine İskender’i çağırmışlardı, hem teknik bilirkişi hem denek olarak. Artık alışmış olan İskender etrafındakilere kendisini tutmalarını söyleyerek kameranın kayda girmesiyle bırakıverdi. Sonuç aynıydı. Tutanağı düzenlerken, çaycı tepsisini bir tur döndürüp iki çayı önlerine bıraktı. Acar’ın yanına yaklaşıp sessizce “N’aptınız, çözdünüz mü olayı abi?” diye sorunca Acar ters bir bakış attı. Çaycı, pek mahcup olmuş görünmeyerek arka cebinden bir zarf çıkarıp uzattı. “Dün geldi Musa abiye, ben aldım,” dedi.
Acar, gönderici isminin olmadığı kalın sarı zarfı açıp en üstteki kağıdı Ali’ye uzattı. “Senin adın ne delikanlı?” diye sordu Ali. 17 yaşlarındaki çaycı “Mehmet” diye cevap vererek çıktı. Ali elindeki kağıdı okumaya başladı.
“Ben Musa Sarnıç. Bugün 12 Aralık 2016 –bundan iki hafta öncesine aitti-. Bu mektubun yetkili birilerine ulaştığını umuyorum. Mehmet’e tembihlemiştim, ölürsem gelen mektubu gerekli yerlere ulaştıracağına söz vermişti. Ölümüm yakın bir zamanda olmaz umarım ama her an bekliyorum artık. Kanserim. Geç teşhis edildi. Ölümüme üzülecek, kendimi acındırabileceğim kimsem yok.
Karım beni aldatıyordu, telefon kayıtları, fotoğraflar zarfın içinde. Aldatmak suç değil biliyorum, ama vasiyetnameyi iptal ettirmek isterse yapamasın. Sırf ben ölünce bozdurmak için parmağım kalınlığında zincir aldırdı bir de. Komşum olacak Muhsin denen alçağa da hakkımı helal etmiyorum. Karımı vasiyetimden çıkardığımı duyunca üzerime yürüdü, gizli kameram var işyerinde, internetten kaydettim. Ama öldüğüme göre tehdit ettiğiyle kalacak. Neyse ki öbür dünyada iki elim yakasında olacak, o tarafa daha yakınım artık. Kameramın şifresi de benimle birlikte mezara gidecek.
Çetin’e gelince ben ölmeden payını kat karşılığı devretmiş, sözleşmeyi noterdeki saf arkadaşından aldım, yeterince pohpohlarsan her bildiğini anlatıyor. Bir de adıma sahte vekaletname düzenlemeye çalışmışlar, onu da zarfa koydum -noter hanım çok yardımcı oldu-. Çeksin o da cezasını kararmış yüreğinin.
Bunlar bu suçları işleyip kurtulamasın derken başıma bir iş daha geldi. Hepsi gelip beni buluyor sanki; Tacettinoğulları’nın dosyasını incelerken sahte fatura buldum. Nasılsa öleceğim, vereyim raporumu dedim, ama ondan önce arayıp beni tehdit ettiler. Kaydını alıp onu da zarfa ekledim. İstedikleri tek şey dosyayı lehlerine sonuçlandırmamdı. Ama faturaları da bulacağımı bildikleri için onlarla birlikte çalışmam gerektiğini, beni koruyacaklarını söyleyip biraz da tehdit edip işi sağlama almak istediler. Benim de işime geldi. Tüm defterlerini inceleme bahanesiyle alıp karşılaştırdım, gerçekten sahte faturalar vardı. Hatta geçmiş yıllarda da benzerleri var. Nasılsa öleceğim, bari onlar rahat yaşamasın, CD’de hepsi kayıtlı. Soyadını bilmediğim avukat var bir de; Hakan. Yeğeniymiş patronun. Onun harcamalarına bakarken amcasını dolandırdığını fark ettim. O da çeksin cezasını, onun kayıtları da 2 numaralı CD’de.
Bu işlerin delillendirilmesiyle ilgili bu akılları bana veren komşum da hakim olacakmış. Onun gibi adil hakimlerin eline düşerler umarım.
Onlar layıklarını bulurken ben de daha fazla acı çekmenin bir anlamı olmadığına karar verdim. Kimliğini açıklayamayacağım bir kiralık katil tuttum. Bu mektubu da o gönderecek. Onu suçlamayın lütfen, onun yaptığı ancak ötenazi sayılır. Tek yapacağı beni itmekti. Savcılık ölümümü şüpheli bulmasa da araştırırken başımdaki tüm belaları öğrensin, doğrudan tek bir katille uğraşacaklarına tüm yakınlarımı tanısınlar istedim. Zaten tüm suçlular daima kendini ele verir; leke asla gizlenemez.
Karımın yana yıkıla arayacağı altınlar da kiralık katilin ücreti idi. Üstüne bir bardak soğuk su içsin, Sela’mızla birlikte söylersiniz.”