“İstanbul Hatırası”, okuduğum ilk Ahmet Ümit romanı. Ama Komiser Nevzat, Türk polisiye bulvarının önemli ve kalıcı taşlarından biriymiş meğer. Bulvar dediğime bakmayın, tek arabalık yoldan pek farklı sayılmaz (Bakınız: Türk edebiyatında polisiye).
Önce yazarımızı tanıyalım, daha sonra geniş bir analizle devam edelim. Polisiyelerin, tekrar tekrar okunabilen kitaplardan olmadığı kanaati ile romanın konusuna da analiz kısmında değinmek arzusundayım.
Yazar, 1960 yılında Gaziantep‘te yedi çocuklu bir ailede en küçük kardeş olarak dünyaya gelmiştir. Babası kilim tüccarı, annesi terzidir. İlk ve orta öğrenimini Gaziantep’te, liseyi Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde tamamlamıştır. 1979’da Marmara Üniversitesi’nin Kamu Yönetimi bölümüne başlamış, öğrencilik yıllarında tanışıp evlendiği Vildan Hanım‘dan Gül adında bir kızı olmuştur (1981).
1980 darbesinin ardından derneklerde sol görüşlü olarak çalışmıştır. Duvarlara afiş yapıştırırken yakalanan arkadaşları için öykü şeklinde yazdığı rapor, takma adı olan “K. Yalçın” imzası ile önce Atılım Dergisi’nde sonra Prag’da 40 dilde yayın yapan Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi’nde yer almıştır. Yazarlığa adımını da bu rapor/öykü ile atmıştır.
Üniversite eğitiminden sonra, üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi (TKP) tarafından Moskova Sosyal Bilimler Akademisi‘nde eğitim görmüştür (1985-1986). “Kar Kokusu” (1998) adlı romanı, bu dönemde yaşandıklarını anlatmaktadır.
Moskova’da iken şiir yazmaya başlamış, 1989’da aktif politikadan ayrılıp aynı yıl “Sokağın Zulası” adlı şiir kitabını yayımlamıştır. 1990 yılında arkadaşlarıyla birlikte Yine Hişt adlı kültür-sanat dergisini çıkarmış; şiir, öykü ve yazılarını Adam Sanat, Yine Hişt, Öküz ve Cumhuriyet Kitap dergileri ile Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlamıştır. 1992 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı “Çıplak Ayaklıydı Gece”, aynı yıl Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü‘nü almıştır.
Arkadaşı tiyatro yönetmeni Ali Taygun’un teşvikiyle polisiye yazmaya ağırlık veren Ahmet Ümit, 1993 yılında ATV için çekilen “Çakalların İzinde” adlı polisiye dizinin öykülerinin ve senaryosunun yazılmasına katkıda bulunmuş, 1995’te çeşitli gazete ve dergilerde polisiye roman yazarları üzerine inceleme ve tanıtım yazıları kaleme almıştır. “Bir Ses Böler Geceyi” (1994) adlı uzun hikâyesinin ardından “Masal Masal İçinde” (1995) yayımlanmış, “Sis ve Gece” (1996) yazarın geniş bir kitle tarafından tanınmasını sağlamıştır. “Sis ve Gece”, Yunanistan’da yayımlanarak yabancı dile çevrilen ilk Türk polisiye yapıtıdır. Yirmi beşe yakın kitabı bulunan yazarın “Başkomiser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü” (2005) adlı bir de çizgi romanı vardır. Çizgi roman sevmektedir.
Öykülerinden yola çıkılarak Uğur Yücel tarafından “Karanlıkta Koşanlar” ve Cevdet Mercan tarafından “Şeytan Ayrıntıda Gizlidir” dizileri yapılmış, “Sis ve Gece” adlı romanı 2007 yılında Turgut Yasalar tarafından aynı adla sinemaya uyarlanmıştır. “Şeytan Ayrıntıda Gizlidir”, “Agatha’nın Anahtarı” ve “İstanbul Hatırası” kitapları radyo tiyatrosu formatına uyarlanarak NTV Radyo‘da yayımlanmıştır.
Yazar, Üzeyir Garih cinayetinde fikirlerine başvurulmasıyla, güzel yemeğe düşkünlüğü ve hoş sohbetiyle tanınmaktadır.
Gelelim “İstanbul Hatırası” ve yazarın analizine…
Ahmet Ümit, en sevilen ve en çok okunan güncel yazarlarımızdan biri. Bunun en büyük sebeplerinden birinin yazım tarzı olduğunu düşünüyorum (oldukça üretken bir yazarın, yirminci kitabında oturmuş bir üslubu olduğunu varsayıyorum). Açık, anlaşılır, net bir şekilde ele alınmış metnin, okumayı oldukça kolaylaştırdığını dikkate almalıyız. Ki maalesef toplumca okumayı sevmediğimiz gerçeğini araya sıkıştırmadan, bu övgünün gerçek anlamını yeterince vurgulamam mümkün olmayacak.
Karakterler son derece ‘bizden’ olduğundan, diyalogları ve düşünceleri de oldukça tanıdık. Tabii Nevzat komiserin hayata bakışı daha ‘İstanbullu’ olsa da bizim insanımız olduğu gerçeği değişmiyor. Zaman zaman diyaloglar biraz sıradanlaşsa da akıveren metin, bunu kolayca telafi ediyor. Sohbetlerde yer yer argoya da başvuruyor. Ama işin aslı, biz zaten daha çok sokak diliyle konuşuyoruz, çok da yadırgamamak gerekir diye düşünüyorum. Bu da dozunda kullanılmakla, samimiyeti arttıran bir unsur oluyor.
Gerçeğe yakın olması arzusuyla yazıldığını tahmin ettiğim (ama emin olamadığım) ’laf kalabalığı’ olarak adlandırabileceğim kısımlar, olmazsa olmaz mıydı tartışılabilir. Nevzat’ın ha bire sırtının ağrıması, elini yüzünü yıkaması, balık tarifi vermesi (çoğu kitabında tariflerine yer veriyormuş, belki de tarz gereğidir) gibi… Bunlar akıcılığı pek etkilemese de profesyonel bir elde, biraz sırıtan ayrıntılar olmuş diye düşünülebilir. Bazen oldukça uzun ve güzel tasvirler yapılmakla birlikte kimisinin yerinde olmadığını düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Ancak özellikle bölüm başlarındakini beğendiğimi de söylemeden geçmemeliyim.
Roman, edebi bir başyapıt kabul edilemez belki, ama keyifli bir okuma sunuyor. Belki de daha fazlasını…
İstanbul Hatırası’nı polisiyeden çok ‘kurgu’ diyebileceğim bir tarza yakın bulduğumu söylemeliyim. Hayata dair hoş anekdotlar, arkadaşlık, bireyin iç çatışmaları, aşk, ümitsizlik, din, çıkarcılık, bol bol İstanbul… Bunların arasına serpiştirilmiş cinayetler… Romanın, yazarın ağzından anlatılması okumayı kolaylaştırdığı gibi, bu saydığım unsurların romana istendiği gibi eklenmesine de yardımcı olmuş. Ancak polisiye çizgisinden baktığımda, beni çok memnun ettiğini söyleyemeyeceğim.
Polisiye romanın en önemli unsuru, merak ve akıl yürütmedir desem karşı çıkan olmaz sanırım. Bir yandan karakterler suçu çözmeye çalışırken, bir yandan okuyucu kendini sınar. Anlatıcı ağzından yazılan romanda, anlatıcının fark etmediği ayrıntıları görmek mümkün olmadığı gibi, katilin yalnız anlatıcının görüş alanına giren birileri olacağı gerçeği dikkate alındığında, bu anlatım şeklinin insanı tatmin etmesi bir hayli güç. Ama, ufak ayrıntıların metne serpiştirilmesi genelde başarılı sonuçlar da veriyor (Bknz: Agatha Christie). Elimizde kala kala sürpriz bir son kalıyor (anladığım kadarıyla yazarın genel yöntemi de bu); ama yine bu iki dezavantaj, sürpriz sonu genellikle sıradanlaştırıyor! Ama sonuna kadar olan kısmı akışkanlaştırdığı da bir gerçek. Bilemedim şimdi; artısı eksisinden çok mu?
Kitabın sonunda biraz hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur. Sonu bu şekilde bitirilecekse daha derinlemesine hazırlanabilirdi diye düşünüyorum, katil psikolojisi daha ayrıntılı değerlendirilebilirdi, belki kitabın esas konusu bu olabilirdi. Bu hali ile, yalnız şaşırtmak için eklenmiş bir son olarak kaldı hafızamda.
Sonrasında Evgenia’ya, Ali ve Zeynep’e, müze müdiresine neler olduğunu okumamak da üzdü açıkçası. Ali ve Zeynep ilişkisinin önceki kitaplarda yeri var mı bilmiyorum ama burada yarım başlayıp yarım kalmış diye düşünüp içselleştiremedim. Nevzat komiserle birlikte maceralarının devam ettiğini öğrendim tabii, ama her kitap kendi içinde tutarlı bir sona sahip olmak zorunda diye düşünüyorum.
Ahmet Ümit’in, yazı yazmanın matematiğini çözmüş olduğunu söyleyebilir miyiz? En azından yaşadığı toplumun zevklerini, düşünme tarzını bilen; yumuşak karınları okşayıp sivrilen yerleri tıraşlayabilen, çok sayıda insana ulaşabilmeyi başarmış bir yazar o. Bundan gocunmalı mıyız? Asla! Yazar, romanını toplumu olumlu anlamda dönüştürmek arzusuyla kaleme almış diye düşünüyorum, genellikle pozitif duyguları yüceltmiş. İyi, merhametli, vicdanlı, aydın, çağdaş olalım, diğerlerinin inançlarına saygılı davranalım, empati yapalım gibi. Buna ancak saygı duyulmalı. Alkol kullanmıyorsanız, teşvik ettiğini söyleyip kötüleyebilirsiniz yazarı, o ayrı! En şiirsel kısım olan finalin, cinayeti özendirdiği gibi bir yorum yapmak da pekala mümkün, ama Nevzat’ın tavrı gereği yazarın bunu düşündürtmek istemediğini de net olarak söyleyebiliriz.
O, yazının önemini kavramış bir yazar bana göre. Eğitimin yalnız okulda olmayacağını fark eden ve bu konuda sorumluluklarının bilincinde olan biri (evet, tek kitabından bu sonuca ulaştım). Finalde, cinayetlerin işleniş şeklinin İstanbul’un tarihine ilgi duyulması amacını güttüğü anlatıldığı gibi, roman da bir sosyal sorumluluk projesi gibi geldi bana. Yazar, söylemek istediklerini kitabı ile ifade etmeyi tercih etmiş; belki bilinç altlarımıza etki eder, amacına ulaşır. Bol bol da tarih dersi vermiş.
Gelelim kadın bakış açısıyla neler gördüğüme! Evgenia gibi, herkesin hayallerini süsleyen kadını yaratıyor yazar; dırdırcı olmayan, anlayışlı, vefalı, sevgi dolu ve sadık… İnternette bir hayli seveni var. Kadınlara Evgenia gibi olmalarını salık veriyor sanki. Herkesin babadan kalma meyhanesi olamaz ki ama sayın yazar!
Handan gibi üç yakın arkadaşın ilgisine mazhar olursanız, üçüne de umut vermeyin. Ya hepsiyle dost kalın ya umutlarını yıkın. Yoksa maazallah evde kalırsınız, arkadaşlardan biriyle evlenmek zorunda kalır, sonra da küçücük çocuğunuzla yıkılan bir duvarın altında kalırsınız. Kaderiniz ‘kalmak’ olduğundan ölseniz de adamların hayatlarında kalır, bir de cinayetin ortasında kalakalırsınız. Handan gibi olmayın Evgenia gibi olun!
Tabii, bunlar latife. Yazarımızın kadına bakış açısı da ülkemiz için önemli. Güçlü olmalarını salık veriyor onlara, ki göz ardı edilemeyecek bir mesaj.
Gelelim cinayetin çözüm şekline. Emniyet teşkilatında böyle polislerimiz var mıdır bilemiyorum, ama böyle cinayet çözen kimse olmadığını umut ediyorum. Dediğim gibi amaç polisiye yazmaktan çok ‘öğretmek’ olduğundan soruşturma da tarihi bilgiler üzerinden yürüyor. Hatta, bu kısımlar bende, romanın doksanlı yıllarda geçtiği gibi bir fikir uyandırdı.
İlk cinayeti ele alalım. Çok değerli sikkeleri olan, kafası cinliğe çalışan bir akademisyenin evine gizli kamera taktırmaması, hatta tüm kitapta tek bir güvenlik kamerası / Mobese olmaması, arama kayıtlarının değerlendirilmemesi, son görüştükleri kişilerin ve tanıkların tespit edilip ifadelerinin alınmaması çok bariz eksikliklerdi. Bunlar olsa ilk bölümden cinayeti çözebilirdik (yine çözenler olmuştur elbet), ama tarihten mahrum kalırdık. Ki yazar kapsamlı bir araştırma yapmış, boşa gitmesini istemeyiz. Yapılan araştırmaların İstanbul’u tanıtmasının yanında, yazılan kitaba değer verildiğini göstermesi de önemli.
Ben en çok Nevzat’ın arkadaşlarıyla arasındaki ilişkiye yaklaşımını sevdim. O kadar dürüst ki, kıskandığını, uzaklaştığını kendine itiraf edebiliyor. Eşi ve kızına karşı suçlu hissetse de ne yaşadığının farkında. En azından kurtarılması gerekmiyor. Net bir adam Nevzat. Karmaşık karakterlerden değil. Bunu niye sevdim bilmiyorum!
Sonuç olarak, Türk polisiye edebiyatı için değerli bir kitap ve değerli bir yazarla tanıştığıma inanıyorum. Daha çok kitabını okuruz umarım.
Keyifli okumalar!
Not: Yazarın hayatı için kaynak olarak Wikipedia kullanılmıştır.