Agatha Christie‘nin en bilinen ve en beğenilen romanlarından biri olan “The Murder of Roger Ackyord” (Roger Ackyord Cinayeti), Polisiye Yazarları Derneği (Crime Writers’ Association – CWA) ve Amerika’nın Gizem Yazarları (Mystery Writers of America – MWA) tarafından seçilen “Tüm Zamanların En İyi 100 Polisiye Kitabı” listelerine ayrı ayrı girebilmeyi başarmıştır (birinde 5., diğerinde 12. sıra). Yazarın iki kitabı daha; “And There Were None” (On Küçük Zenci, 1939) ve “Murder On The Orient Express” (Doğu Ekspresinde Cinayet, 1934) de listelere dahildir.
Romanın ana kahramanı, en ünlü kurgusal dedektiflerden biri olan Hercule Poirot‘tur. Yazarın, 33 roman ve 54 kısa öyküsünde dedektifle karşılaşmak mümkündür. Karakter, 1916 yılında, yazarın ilk romanı olan “The Mysterious Affair at Styles” (Ölüm Sessiz Geldi, 1920) için yaratılmış, en son “Curtain” (Ve Perde İndi, 1975) romanında görülmüştür. Hatta New York Times’da ölüm ilanı verilen ilk ve tek kurgusal karakter olmuştur. Poirot’un Belçikalı olması, savaştan önceki Belçika ve İngiltere ilişkilerinin gergin olması nedeni ile bir hayli tartışma yaratmıştır. Ancak, yazarın savaşta Almanya’dan kaçıp yaşadığı Torquay’a yerleşen Belçikalı mültecilerden ilham aldığı söylenmektedir. Dedektif Poirot, pek çok polisiye okuyucusunun en sevdiği karakterler arasındadır.
Hercule Poirot, yeşil gözlü, pos bıyıklı ve ufak tefek bir adam olarak anlatılır. Ama karizması ile herkesi kendine hayran bırakmaktadır. Tek sorunu, kibridir. Biz de haklıya hakkını teslim edelim; o kadar da olsun. Bu romanda, emekli olmak için sayfiyeye çekilip kabak yetiştirmek arzusunda olduğunu öğrensek de, dedektif esrarın büyüsüne karşı koyamamıştır.
Meraklısı için, yazarın diğer esas karakterlerinden/dedektiflerinden biri olan Miss Marple, nam-ı diğer Jane‘den de (yazarın Pera Palas’ta kaldığı sırada kullandığı isim) bahsedelim. Hiç evlenmemiş, yaşı geçkince ve küçük bir kasaba olan St. Mary Mead‘dan gelen karakter; olayları kasabasındaki benzer olaylar aracılığı ile, “İnsanlar yaşlı teyzelere içini dökme eğilimindedirler.” yöntemiyle çözmektedir. İlk kez 1927 yılında ortaya çıkmış ve 12 romanda görülmüştür. Dedektif karizması olmadığı iddiasıyla pek çok kişi tarafından eleştirilse de, zekanın nadir bulunan ancak her köşe başında karşılaşılabilecek bir özellik olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu arada, incelediğimiz romandaki Caroline Sheppard karakterinin Miss Marple’a bazı yönlerden ilham olduğunu da belirtelim.
Yine Scotland Yard‘da (İnglliliz Emniyet Teşkilatı) görevli müfettişler Japp ve Battle, karı koca ajan olan ve dedektiflik de yapan Tommy ve Tuppence Beresford da yazarın pek çok kitabında can bulmuştur. Tabii, elmaya ve felaket senaryoları üretmeye bayılan polisiye roman yazarı Ariadna Oliver‘ı da unutmamalıyız. Hatta yazar, kendisini de bir roman karakteri olarak ölümsüzleştirmiş; 1942 yılında yayınlanan “The Body in The Library” (Cesetler Merdiveni, 1942) kitabında Miss Marple’la karşılaşmıştır.
Agatha’nın 80 adet dedektif romanı ve pek çok tiyatro oyunu bulunmaktadır. Yazarın kitapları uluslararası üne kavuşmuş, Kutsal Kitaplar ve Shakespeare‘den sonra tüm dünyada en çok satan kitaplar sıralamasına girmiştir. Onu, ‘Cinayet Romanlarının Kraliçesi’ olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Hatta 1971 yılında en yüksek kraliyet rütbelerinden olan Britanya İmparatorluğu Kadın Komutanı (Dame Commander of the Order of the British Empire, DBE) unvanını alarak bu paye resmîleşmiştir diyebiliriz. 1954 yılında da MWA, ilk kez verdikleri Büyük Üstat Ödülü (Grand Master Award) ile yazarı onurlandırmıştır.
Yazarın tam adı, Agatha Mary Clarissa Miller Christie Mollowan‘dır. Son ikisi soyadı olmakla birlikte, ailesinin isim konusunda bir hayli kararsız olduğunu düşünebiliriz; hatta Agatha isminin vaftizinden bir kaç dakika önce kararlaştırıldığını söyleyerek bu kanaati güçlendirebiliriz. Yazar, 6 adet aşk romanını da Mary Westmacott takma adı ile yazmıştır.
15 Eylül 1890 yılında İngiltere’de doğmuş ve 12 Ocak 1976 yılında (85 yaşında) yine İngiltere’de ölmüş olan Agatha, burjuva sayılabilecek, orta-üst sınıfa mensup bir aileye sahipti. Annesi İngiliz, babası Amerikalıydı. Üç kardeşin en küçüğüdür. Annesi Clara, ikinci görüş yeteneğine sahip bir psişiktir. Yazar, muhafazakar annesi tarafından evde eğitilmiş, müzik eğitiminde özellikle mandolin ve piyano çalmak konusunda bir hayli başarı sağlamıştır.
Agatha, çok yalnız bir çocukluk geçirmiş ve ilk yazılarını genelde duygusal, manevi ve paranormal konular üzerinde küçük yaşlarda yazmaya başlamıştır. Babası, 1901 yılında o küçük yaştayken hayatını kaybetmiş, ardından resmî bir okula yazdırılmış, ancak uyum sağlayamamıştır. 16 yaşında Paris‘e şan eğitimi almaya gitmiş, ancak kısa sürede bundan vazgeçmiş, 1910 yılında eve dönüp annesinin hastalığı ile ilgilenmiştir. 1914 yılında pilot albay olan Archibald Christie ile evlenip yeniden Fransa’ya gitmiştir. 1922 yılında Binbaşı Belcher’ın teklifi üzerine Archie ile birlikte İmparatorluk Keşif Gezisi’ne katılarak dünyayı gezmiştir.
Aklında dedektiflik romanı yazmak olmasa da, Fransa’dayken okuduğu dedektiflik romanlarından daha iyisini yazabileceğini düşündüğü ve bu konuda ablası Madge ile iddiaya girdiği için yazmaya başlamıştır. 1916 yılında ilk romanını bitirmiş, ancak 6 yayınevi tarafından geri çevrilmiştir. Kitap en sonunda 1920 yılında, tek çocuğu Rosalind Margaret doğduktan sonra, anneliğe kendini kaptırmışken basılmış ve yayınevi sadece 25 Sterlin avans ödemiştir. Kız kardeş Madge de, “The Claimant” (Davacı) isimli oyununu 1924 yılında St. Martin’s Theatre’de sergiletme başarısına ulaşmıştır. (İddiayı kim kazandı sizce?)
Yazar, I. Dünya Savaşı sırasında (evlenmeden önce) hemşirelik, II. Dünya Savaşı’nda ise bir hastanede eczacılık yapmıştır. Kitabında geçen, zehir ve öldürme biçimleriyle ilgili bilgilerini de bu böylece kazanmıştır.
Agatha hakkındaki en gizemli olaylardan biri; 1926 yılında 11 günlüğüne ortadan kaybolmasıdır. Arabası ağaca çarpmış bavulları ortalığa saçılmıştır. Büyük çaplı bir arama başlatılır. Ancak 10 gün sonra Cape Town’da bir otelde Teresa Neele (kocasının sevgilisinin soyadı) adıyla kayıt yaptırdığı tespit edilir. Geri döndüğünde hiçbir açıklama yapmaz, hafızasını kaybettiği söylenir. Tabii bu olay, özellikle eşi ile ilgili pek çok spekülasyona sebep olur; eşinin kendisini aldatması nedeni ile depresyona girdiği veya eşinin sevgilisini öldürmek için kaybolduğuna dair. Genel görüş, eşinin itibarını sarsmak için bu yöntemi kullandığı yönündedir. Sonradan yazarın bu süreyi İstanbul’da geçirdiği ve “Doğu Ekspresinde Cinayet” romanını hazırladığı iddia edilmiştir. Doğu Ekspresi ile İstanbul’a geldiği tren kayıtları ile doğrulanmıştır. Turizm şirketinin yazar için ayırttığı Pera Palas otelindeki 411 numaralı odaya yazarın ismi verilmiştir.
Yazarın burada kaldığı hususu tartışmalı da olsa, Agatha’nın gizli günlüğünü bulması için tutulan medyumun yönlendirmesiyle, bu odada bir kutunun içinde nereyi açtığı bilinmeyen bir anahtar bulunmuştur ve bu anahtar otel sahibinin mirasçıları tarafından hala saklanmaktadır. Medyum, günlüğü bulabilmek için anahtarı isteyince Pera Palas’a gelebilmesi için tüm ayarlamalar yapılmış; ancak otelde grev başlayınca bu macera yarım kalmıştır. Günlüğün İstanbul’da bir konakta olduğu söylenmektedir.
Yazarın gelme sebeplerinden birinin de ünlü şair Orhan Veli ile başlayan mektup aşkı olduğuna inananlar vardır, ancak Veli’nin 1914 doğumlu olduğunu düşünürsek bu iddianın pembe bir hayalden ibaret olduğu ortadadır.
Archie ve Agatha bu olaydan iki yıl sonra boşanır ve yazar yeniden evlenir. Yeni eşi arkeolog Max Mallowen ile pek çok ülke gezmeye başlayınca 1930’lardan sonra eserleri uluslararası mekanlara da taşınır. Hatta eşi ile evliliği vesilesiyle “Bir kadın için en iyi koca bir arkeologdur. Zira kadın yaşlandığında kocasının ilgisi daha artar,” sözüyle hafızalarda bir tebessüm bırakmıştır. Eşi, Britanya’ya yaptığı hizmetler nedeni ile şövalye ilan edildiğinden, 1968 yılından itibaren Agatha da Lady unvanını alarak Lady Mallowen olmuştur.
Agatha vefat ettiğinde, kocası Max Mallowan, “Hayata keyifle ilham veren hayal gücü kuvvetli, yaratıcı bir zihnin yanında huzur içinde yaşamanın ne demek olduğunu bilen çok az erkek vardır,” diye yazmıştır. Bir de ufak not, Agatha sanılanın aksine çekici bir kadındı ve hatta ilk evliliğinden önce bir kaç evlilik teklifi almıştır. Fotojenik değilmiş sanırım.
Yazarın İngiltere Kraliçesi’nin isteği üzerine tiyatro oyunu haline getirdiği “Mousetrap” (Fare Kapanı) ilk başta yirmi dakikalık bir radyo oyunu olarak hazırlanmış olmasına rağmen, 1952 yılında sahnelenmeye başlamıştır ve halen devam etmektedir (2016 itibariyle 25.000 kez civarında). Tarihin en uzun süren oyunu unvanına sahiptir. Agatha da, batı yakasında aynı anda üç oyunu sergilenen ilk kadın yazar unvanına sahiptir. Ve o öldüğünde, Londra’nın batı yakasındaki tüm tiyatrolar ışıklarını bir saatliğine kapatmışlardır.
Onun hakkında söylenebilecek ilginç bir detay da, kitaplarını yazarken uşağıyla birlikte olayları bire bir canlandırmasıdır sanırım. Kitaplarını sondan başa doğru yazdırdığı da rivayet edilmektedir.
Kitabımızın yayınlandığı tarihi (1926) dikkat alırsak, polisiye edebiyatının henüz olgunluk çağına yeni yeni girdiği yıllar için büyük bir yenilik getirdiğini, hatta sonu nedeni ile British Detection Club (İngiliz Dedektiflik Kulübü) tarafından yazarın kınandığını da söylemeliyiz. Tabii ki sonunu söylemiyoruz. Polisiye romanın ve okuyucusunun katettiği aşamayı dikkate alırsak romandan arzu edilen tadın alınabilmesi için, sonu hakkında çok da fikir yürütmeden, ayrıntılara ve bağlantılara dikkat edilerek okunması gerektiği uyarısını yapmayı da üzerime bir borç bilirim. Bu arada 1958 yılında, Agatha asla konuşma yapmayacağı güvencesini alıp Dedektiflik Kulübü’nün başkanlığına getirilmiştir.
Yazarın belki de en önemli özelliği, kurgunun kusursuzluğu ve ayrıntılara verilen önemdir. Cinayetlerin psikolojik itkisini ortaya çıkarıp gizemin buna göre çözülmesi de insan karakterini okumakta oldukça başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçekten de meşhur dedektif Poirot’un zekasının keskinliği kadar insanları tanıması da olayları çözüme götürmektedir. Gri hücrelerini çalıştırarak katilin kişiliğinden ve cinayet sebebinden yola çıkıp cinayetleri çözer. Delillerden çok sebeplerle oyalanır.
Romanlarının genel anlamda bir bilmece olarak adlandırılması uygun olacaktır. Yazarın kitaplarında asla boş sözlere rastlayamazsınız, her kelimenin mutlaka bir anlamı vardır ve dikkatle takip gerektirir. Buna rağmen okumak oldukça zevklidir, akıcı bir anlatım yakalanabilmiştir. Satır aralarında yalnız cinayeti değil; psikolojik tahlilleri, İngiliz sosyal yaşamıyla ilgili ayrıntıları da okuruz. Bunların yanında karakterler genel olarak son derece naiftir. Katilleri daima cinayet işlemeye zorlayan sebepler vardır, tabii bir de zayıf kişilikleri. Yazar, cinayetleri anlatsa da cinayete özendirmez asla, üstünde durduğu şey daha çok zekadır. Katil hep gözümüzün önünde olsa da, yazar onu saklamayı çoğunlukla ustalıkla başarır. Bu nedenle, katilin çabuk bulunabildiğini iddia edip kitaplarını beğenmeyenler dahi, cinayetleri çözmenin gururunu gizlemezler ve onun cinayet romanları tekrar tekrar okunmaya devam eder. Zaten onun romanlarında katili bulmaktan çok, ipuçlarını toplamak ve birbiri ile bağlamaktır insanı tatmin eden.
Gelelim kitabımızın minicik bir özetine.
Hercule Poirot, emekli olup kabak yetiştirmek arzusundayken, şüpheli bir ölüm olayının ardından bir cinayet işlenir. Maktulün yeğeni de dedektiften yardım ister.
Hadi ama, Agatha’nın kitabını öylece anlatacağımı sanmıyorsunuz değil mi? 🙂 Anlatırsam heyecanı kalmaz ki! Özet yok, yalnız tavsiye var. Kibar ve nezih bu kitabı her yaştan okuyucuya güzellikle tavsiye ediyorum.
Keyifli okumalar!
Not: Yazarın hayat öyküsü için Wikipedia kaynak olarak kullanılmıştır.