Tecâhül-i Ârif‘ten hepinize bir kez daha merhaba!
Eylül’deki ilk sayı telaşı bittikten sonra artan öz güvenimizle beraber Ekim ayı çalışmalarına başladık ve temamızı belirlemek için bu ay tarihte neler olmuş, bir göz atmak istedik. Edgar Allan Poe‘nun ölümünü hatırımıza gelince ayın konusu da kendiliğinden ortaya çıkmış oldu: Gotik Edebiyat.
Gizemli şeylerin daima kendine has bir çekiciliği vardır. Ürkütücü şatolar, karanlık dehlizler, kaybolmuş ruhlar, kan emici vampirler, karanlık ormanlar derken, her ne kadar korkunç da olsa bilinmezin cezbesine kapılıp gideriz. Gotik eserler ise bu gizem ve korkuyu güzellikle harmanlayıp önümüze getirir. Evet güzellik diyorum, çünkü gotik ögeler daima şaşırtıcı bir biçimde estetiktir ve varoluştan gelen bir görkeme sahiptir. Dracula’yı da çekici yapan budur; Frankenstein’ın bir insan yaratma fikrini, tablosu yaşlanırken kendisi genç kalan adamı, opera binasındaki maskeli hayaleti ve konuşan kuzgunu da… Ve aslında hiçbirinin şahsında kötülüğü yargılama yoluna gidilmez. Sadece hayretle izlenirler ve sonuçta bizi uyarır, uyandırır ve yuvalarına geri dönerler. Kötülük adeta şiirselleştirilmiştir gotik eserlerde.
Poe’nun iz bırakan kişiliğinden yola çıkarak tartışmaya karar verdiğimiz Gotik kavramı, Cadılar Bayramı’nın da 31 Ekim’de olması ile farklı bir anlam kazandı. Sizlerle birlikte korkunun tarihine ve edebiyattaki yansımalarına doğru bir yolculuk yapmaya karar verdik. Bu amaçla Gotik kavramının tarih boyunca kazandığı anlamları, edebiyat ve sanata getirdiği yeni çehreyi, bu akımın ünlü temsilcilerini ve kült eserlerini mercek altına alacağız. Ayın sonuna kadar bu doğrultuda yayınlayacağımız yazıların siz okuyucularımıza yeni bakış açıları kazandırmasını temenni ediyoruz.
Bu derece geniş bir konuyu ele almak bizi hayli zorlasa da, Gotik edebiyata dair bir sayı hazırlama fikrinin beni fazlasıyla heyecanlandırdığını itiraf etmem gerek. Umarım aynı heyecanı sizde de uyandırabiliriz.
Desteğinize ve ilginize şimdiden teşekkür ederiz.
Hepinize keyifli okumalar…