Yazmak, uzun bir yolculuktur kuşkusuz. Yolun nerede başlayıp nerede bittiğini kestirmek de pek mümkün değildir. Bir kez ‘yazar’ olduktan sonra ölene kadar ‘yazar’ olacaktır insan çünkü; esnaf olmak gibi, memur olmak gibi bir şey değildir yazarlık. Peki bir yazar, tam olarak ne zaman ‘yazar’ olur? İlk kitabı yayımlandığında?
Kişisel düşünceme göre, ortaya konan ilk eser o kişinin aslında bir ‘yazar’ olduğunun ilanıdır sadece. Yazar nicedir, hatta belki doğduğundan beridir ‘yazar’dır da, okuyucu bunu yeni öğrenmektedir. Sözün kısası, yazarlar ilk kitaplar ile şunu söyler aslında insanlara: “Hey millet, ben bir süredir edebiyatın dolambaçlı yollarında ilerliyorum, bilginize!”
Peki günümüzde geniş okuyucu kitlelerine ulaşmış ünlü yazarların ‘yazar’ olduklarının ortaya çıktığı ilk eserlerini ve bu eserlerin öykülerini hiç merak ettiniz mi? Problem değil. Çünkü biz sizin yerinize de merak ettik ve araştırdık. Sonunda da Türk ve Dünya edebiyatından 30 yazarın çıkış romanlarını ve öykülerini listeledik.
Keyifli okumalar!
1. Johann Wolfgang von Goethe, “Genç Werther’in Acıları” (Orj: Die Leiden des jungen Werthers, 1774)
İlkini 1770’de yayımladığı şiir kitapları ve yazdığı tiyatro eserleriyle edebi çevrelerde adını duyurmaya ve Alman edebiyatını etkilemeye başlamış olan genç Goethe, 1772 yılında hukuk stajı için Wetzlar‘e gelir ve burada Charlotte Buff isimli nişanlı bir kadına aşık olur. Aynı dönemde arkadaşı Karl Wilhelm Jerusalem de evli bir kadına ümitsizce aşıktır ve Charlotte’un nişanlısı Johann Christian Kestner‘dan aldığı ödünç bir silahla intihar eder. Bu iki buruk aşk hikayesi, Goethe’ye müthiş bir ün kazandıracak ilk romanı “Genç Werther’in Acıları”nın ilham kaynağıdır. 1774 yılı Ocak-Mart aylarında, altı haftada yazdığı roman, 29 Eylül 1774’de anonim bir biçimde yayımlanmış ve öyle büyük bir yankı uyandırmıştır ki; bir anda tüm Almanya’da mavi ceket – sarı pantolonlu, romantik ve melankolik gençler türemiştir. “Werther Ateşi” denilen bu taklit salgını kopya intiharlara kadar varınca, 1775 yılında romanın kendisi ve Werther giysileri Leipzig‘de yasaklanmıştır. Yıllar geçtikten sonra Goethe, gençlik aşkını bu şekilde duyurmaktan pişman olmuş, hatta verdiği bir çok esere rağmen hala Werther’in yazarı olarak tanınması sebebiyle romanından adeta nefret etmiş, Romantizm (Coşumculuk) akımını ‘hastalıklı bir şey’ olarak tanımlamaya başlamış ve hissettiği memnuniyetsizliği ‘Werther onun kendi elleriyle öldürdüğü kardeşi olsaydı dahi kinci hayaletinin kendisini bu kadar rahatsız etmeyeceğini’ söyleyerek ifade etmiştir.
2. Jane Austen, “Sağduyu ve Duyarlılık” (Orj: Sense and Sensibility, 1811)
“Gurur ve Önyargı” eseri ile dünyaca tanınan Jane Austen, yazmaya daha 12 yaşındayken başlamış, adeta ‘yazar doğmuş’ bir romancıdır. Ancak dönemin İngiltere’sindeki yoğun sosyal kısıtlamalar sebebiyle, ilk kitabı “Sağduyu ve Duyarlılık” ancak 36 yaşına geldiği 1811 yılının Ekim ayında ve ‘Bir Kadın’ imzası ile yayıncı bulabilmiştir. Austen 19 yaşında ilk taslaklarını yazdığı ve önceleri romanın başkarakterleri olan iki kız kardeşin isimlerinden hareketle “Elinor and Marianne” adını verdiği “Sağduyu ve Duyarlılık”, hepsini de isimsiz yayımladığı dört romanından ilkidir. Roman, döneminde oldukça iyi yorumlar almış, hatta genç aristokratlar arasında -bir anlamda- moda olmuş ve getirdiği kazanç Austen’e hem maddi, hem de psikolojik bağımsızlığını kazandırmıştır.
3. Charles Dickens, “Mister Pickwick’in Serüvenleri” (Orj: The Posthumous Papers of the Pickwick Club / The Pickwick Papers, 1837)
11 yaşındayken bir boya fabrikası yanında çalışmak zorunda kalan, 15 yaşında da bir avukatın yanına girip stenografi öğrenen genç Charles Dickens, 20 yaşına geldiğinde artık popüler eğlence tarzlarından hoşlanan, enerjik ve özgüveni yerinde bir delikanlıdır; ve henüz ne olacağına karar veremediyse de, emin olduğu tek şey şöhret istediğidir. Önceleri tiyatroya oyuncusu olmaya niyetlenir, fakat soğuk algınlığına yakalanıp seçmeleri kaçırınca yazar olmaya karar verir ve 1833’de ilk öyküsü “Poplar Walk’ta bir Akşam Yemeği”ni Londra’nın önemli dergilerinden Monthly Magazine‘e gönderir. Daha sonra aynı dergide “Boz” mahlası ile Londra’daki insan manzaralarını konu edinen karalamalar yayımlamaya başlar. 1936’da “Boz’un Karalamaları” adı ile kitaplaştırılan bu çalışmaların başarısı ilk romanını yayımlamak için ihtiyaç duyduğu kıvılcımı sağlamıştır. Charles Dickens’ın Nisan 1836’dan Kasım 1837’ye kadar tefrikalar halinde yayımlanan ve aynı yıl kitap haline getirilen ilk romanı “Mister Pickwick’in Serüvenleri” işte bu kıvılcımın bir sonucudur, ve ilk bölümlerinde pek fazla ilgi çekmese de son bölümü 40.000 kopya satarak Dickens’a şöhret kapılarını açmıştır.
4. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, “İnsancıklar” (Orj: Bednye Lyudi, 1846)
Kumar bağımlılığı yüzünden finansal zorluklarla savaşan Dostoyevski yabancı romanları çevirerek para kazanmaya çalışıp başarılı olamayınca, gelir elde etmek için kendi romanını yazmaya karar verir. 1844-1845 yıllarında dokuz aylık bir sürede baştan sona üç kez yazdığı “İnsancıklar”ın ilk taslağı, Dostoyevski’nin arkadaşı Dimitri Grigoroviç tarafından komşusu şair Nikolay Nekrasov‘a gösterilir. Roman ilk on sayfası ile bile Nekrasov’u derinden etkiler ve Dostoyevski’yi dönemin saygın edebiyat eleştirmenlerinden Vissarion Belinski‘e “Yeni Gogol” olarak tanıtmasına neden olur. Belinski başlangıçta bu keşfe “Bulduğun Gogol’lar mantar gibi çoğalıyor.” diyerek burun kıvırsa da, taslağı okuduğunda Dostoyevski ile bizzat tanışmak ister ve genç yazarı çıkış romanı için tebrik eder. Daha sonraları Rus edebiyatının ilk toplumsal romanı kabul edilecek olan “İnsancıklar”, 15 Ocak 1846’da kitap olarak yayımlanmış ve Dostoyevski’ye ulusal çapta büyük bir başarı getirmiştir.
5. Lev Nikolayeviç Tolstoy, “Çocukluk” (Orj: Detstvo, 1852)
Dünyaca ünlü olmadan çok önce, hukuk ve doğu dilleri eğitimi almak için gittiği Kazan Üniversitesi’ndeki hocaları tarafından ‘öğrenmeye karşı hem aciz, hem de isteksiz’ olarak tanımlanan Lev Nikolayeviç Tolstoy, çalışmalarını yarıda bırakıp üniversiteden ayrılır, birkaç yıl sonra da orduya katılır. Yazmaya askerlik yıllarında başlayan Tolstoy’un Kasım 1852’de ‘L. N. Tolstoy’ adıyla yayımlanan ilk romanı “Çocukluk”; yarı-otobiyografik “Çocukluk”, “İlkgençlik” ve “Gençlik” serisinin birinci kitabıdır. Rus yazımında Dışavurumcu (ekspresyonist) tarzın ilk denemelerinden sayılan roman, dönemin en önemli edebiyat dergilerinden biri olan Sovremennik tarafından yayımlanmış ve henüz 23 yaşında olan Tolstoy’a ani bir başarı getirerek edebi çevrelerin dikkatini çekmesini sağlamıştır. Öyle ki dönemin ünlü romancılarından Ivan Turgenev, Rus edebiyatına, gelecek vaad eden bir figür olarak genç Tolstoy’u müjdelemiştir.
6. Jules Verne, “Balonla Beş Hafta” (Orj: Cinq Semaines en Ballon, 1863)
Bitmek tükenmek bilmeyen serüven tutkusuna rağmen, babasının yönlendirmesi üzerine hukuk eğitimi almak için Paris’e giden Jules Verne, hayalgücüne ket vuramaz ve tiyatro oyunları kaleme alarak edebiyata karşı hissettiği ilgiyi beslemeye devam eder. Hatta oğul Alexandre Dumas ile birlikte yazdıkları komedilerden biri, baba Dumas’ın desteğiyle sahnelenir. Mezun olduğu yıl, Musée des Familles dergisinde yayımlanmak üzere eğitici nitelikte bilimsel kurgu öyküler arayan editör Pitre-Chevalier ile tanışır. Elbette Verne bu iş için biçilmiş kaftandır. Temmuz 1851’den itibaren dergide yayımlanan öykülerinden “Balonla Bir Seyahat”, daha sonraları Verne tarafından ‘romanımda izlemenin kaderim olduğu çizginin ilk belirtisi’ şeklinde tanımlanacaktır. Nitekim “Üç İngiliz’in Afrika Seyahati ve Keşifleri” altbaşlığı ile 1863’de yayımlanan; coğrafi, tarihi ve teknik bilgilerin kurgu ile birleştirildiği ilk romanı “Balonla Beş Hafta”, yayımlanır yayımlanmaz büyük ilgi görmüş, yazarını ciddi bir üne kavuşturmuştur. Eser, Verne tarafından ‘bilim romanı’ diye adlandırılan türün de ilk örneğidir.
7. Halid Ziya Uşaklıgil, “Nemide” (1892)
Batılı anlamda Türk romanının öncüsü kabul edilen Halid Ziya Uşaklıgil, Servet-i Fünun edebiyatının en büyük nesir ustası kabul edilmektedir. Mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi’ne devam eden Halid Ziya, 93 Harbi’nden sonra ailesi ile İzmir’e yerleşir ve öğrenimini İzmir Rüştiyesi’nde sürdürür. Ardından İzmir’de Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirir ve çeşitli çeviri denemeleri yapar. On yedi yaşındayken arkadaşı Tevfik Nevzat‘la birlikte gayr-i resmi bir gazete olan Hizmet‘i kurar. İlk romanı “Sefile” gazetede tefrika edilmeye başlanır. Bittiğinde Recaizade Mahmud Ekrem aracılığıyla ulaştırıldığı Encümen-i Teftiş ve Muayene tarafından ‘İslami adetlere aykırılığından dolayı yayımı uygun değildir’ açıklaması ile reddedilir. Halid Ziya bu cevaptan yılmaz. Derhal kaleme aldığı “Nemide”, 1887-1888 yılları arasında, yine Hizmet gazetesinde tefrika edilir. Bu dönemde Maarif Müdürü olan Tahsin Bey‘in, ‘Sefile’yi İstanbul’a göndermek yerine doğruca kendisine getirmiş olsaydı basımına izin vereceğini, hatta o anda bile bunun mümkün olduğunu’ söylemesi üzerine Halid Ziya, bu lütfun “Nemide” için geçerli olmasını rica eder. Tahsin Bey, sadece “Nemide” için değil, Halid Ziya’nın sonrasında kaleme aldığı romanları için de sorumluluğu üzerine alarak basım izni vermiş ve böylece “Nemide”, Halid Ziya’nın tefrika halinde kalan “Sefile”sinden sonra yazdığı ikinci romanı olmasına rağmen, kitap olarak basılan ilk romanı olmuştur.
8. H. G. Wells, “Zaman Makinesi” (Orj: The Time Machine, 1895)
Jules Verne ve Hugo Gernsback ile birlikte bilim-kurgu edebiyatının babası olarak anılan Herbert George Wells, dört kez Nobel Edebiyat Ödülü‘ne aday gösterilmiş ve aslında bilim, tarih, politika gibi çok çeşitli alanlarda eser vermiş bir yazardır. Mesleği öğretmenlik olan ve çeşitli okullarda uzun süre çalışan Wells, bu süreç boyunca biyoloji ve psikolojiye dair iki ders kitabı ve ilki 1887’de olmak üzere onlarca öykü yayımlar. 1888’de Science Schools Journal‘da yayımladığı “Chronic Argonauts” öyküsünde ilk kez zaman yolculuğu kavramını kullanır. Daha önce de çeşitli öyküler yayımladığı Pall Mall Gazetesi‘ndeki editörü tarafından tefrika edilmek üzere aynı temada bir roman yazması teklif edilince Wells bunu hemen kabul eder ve böylece bu öykü, 1895’de yayımladığı ilk romanı “Zaman Makinesi”nin temeli olur. Roman, 1895’de Ocak’tan Mayıs’a kadar yayımlanır ve 7 Mayıs’ta kitap formatındaki ilk baskısı yapılır. Wells, zaman yolculuğu kavramının popülerleşmesinde gösterilen birinci adrestir. Romanda ortaya attığı ‘zaman makinesi’ kavramı, bugüne kadar bir araç için kullanılan neredeyse en evrensel terim haline gelmiştir.
9. Halide Edip Adıvar, “Raik’in Annesi” (1909)
Evde özel ders alarak tamamladığı ilköğreniminden sonra, 7 yaşındayken yaşını büyüterek kaydolduğu Amerikan İnas Mektebi’den (bugünkü Robert Koleji) lisans derecesi alan ilk müslüman kadın olan Halide Edip; Shakespeare‘in “Hamlet”i ve “Sherlock Holmes” öyküleri de dahil olmak üzere bir çok çeviri yapar ve Émile Zola gibi yazarlardan etkilenir. II. Meşrutiyet’in 1908’deki ilanı, yazarın hayatında bir dönüm noktası olur. İlk yazısı Tevfik Fikret‘in çıkardığı Tanin gazetesinde yayımlanır ve bundan sonra çeşitli gazetelerde kadın hakları ile ilgili yazılar yazmaya başlar. 31 Mart Ayaklanması sırasında önce Mısır’a, sonra İngiltere’ye gider ve kadın hakları konulu yazılarından kendisini tanıyan İngiliz gazeteci Isabella Fry‘ın konuğu olur. Bu dönemde Bertrand Russell gibi fikir adamları ile de tanışır. 1909’da İstanbul’a geri döndüğünde sadece siyasi içerikli değil, edebi yazılar da yazmaya başlar. İlk romanlarından “Raik’in Annesi”, ilk kez Resimli Roman Mecmuası‘nda yayımlanmış, aynı yıl “Heyulâ” ile birlikte kitap formunda basılmıştır.
10. Virginia Woolf, “Dışa Yolculuk” (Orj: The Voyage Out, 1915)
Viktoria Dönemi tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen‘ın kızı olmasına rağmen dönemin İngiltere’sinde kadınların ikinci planda görülmesi sebebiyle okula gönderilmeyen ve babasının yardımıyla evde kendini geliştirmek zorunda kalan Virginia; annesinin ani ölümü sebebiyle hayatı boyunca bir çok kez yaşayacağı sinir buhranlarından ilkini yaşar. Yine de eğitimine devam eder ve 1897-1901 yılları arasında King’s College London’ın (bugün Londra Üniversitesi’ne dahildir) kadınlar bölümünde dersler alır; aynı dönemde profesyonel olarak yazmaya da başlar. 1904 babasını da kaybetmesiyle ikinci büyük ruhsal çöküşünü yaşar ve içine kapanır. Duygusal istikrarsızlığı sosyal hayatını etkilemesine rağmen edebi verimliliğini yok etmez ve Aralık ayında The Guardian gazetesinin kadınlar eki için yazılar kaleme almaya devam eder. Daha sonra kardeşleriyle birlikte kendisi için bir dönüm noktası olacak Bloomsbury‘ye taşınır. Yazar, şair, eleştirmen ve sanatçılardan oluşan entellektüel bir topluluk olan ‘Bloomsbury Grubu’na katılması, Woolf için de bir yazar olarak gelişimindeki en önemli itici güç olur. 1910 yılında üzerinde çalışmaya başlayıp erken taslaklarını 1912’de bitirdiği ilk romanı “Dışa Yolculuk”, yazarın psikolojik olarak oldukça savunmasız olduğu dönemin bir ürünüdür. Önceleri “Melymbrosia” adını verdiği roman, Woolf tarafından defalarca baştan yazılmış, ve ancak 1915’de basılabilmiştir.
11. Reşat Nuri Güntekin, “Roçild Bey” (1919)
Babasının askeri doktor olması sebebiyle birçok il gezen Reşat Nuri, kütüphanelerinin o zamanlar yaşadıkları Çanakkale’nin en zengin kütüphanelerinden olması ve çocukluk yıllarında okuduğu Fatma Aliye‘nin “Udi” isimli romanı gibi eserler ile edebiyata karşı bir ilgi beslemeye başlar. İstanbul’da önce Saint Joseph Lisesi’nden, 1912’de de Darülfünun Edebiyat Şubesi’nden mezun olur. 1927’ye kadar çeşitli okullarda Fransızca ve Türkçe öğretmenliği yapar. Bu dönemde mesleğinin yanı sıra edebiyatla da bağını koparmayan Reşat Nuri, önceleri Halid Ziya gibi yazarlardan etkilenerek hikayeler yazar, sonra ilgisi tiyatroya doğru kayar. Profesyonel yazı hayatı, I. Dünya Savaşı’ndan sonra yayımladığı uzun hikayeler ve tiyatro eserleri ile başlamıştır. Uzun öyküsü “Eski Ahbap” ve hikayesi “Roçild Bey”, 1919 yılında ilk yayımlanan eserleridir.
12. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Bir Serencam” (1912)
Çocukluk yıllarında başlayan edebiyat ilgisi İzmir İdadisi’nde eğitim alırken daha da artan Yakup Kadri, babasının ölümü üzerine buradaki eğitimini yarım bırakmak zorunda kalır ve doğduğu yer olan Mısır’a geri döner. Mısırda tanıştığı Jön Türkler‘in etkisiyle politikaya da ilgi duymaya başlar. Eğitimine İskenderiye’deki bir Fransız okulunda devam eder ve öğrendiği Fransızca sayesinde Şerafettin Mağmumi’nin çıkardığı Türk adlı dergide ilk çevirileri yayımlanır. İstanbul’a döndükten sonra, 1909’da arkadaşı Şahabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katılır. İlk oyunu “Nirvana”, Resimli Kitap Dergisi’nde yayımlanır. Daha sonra Servet-i Fünun‘da kısa öyküler yazmaya başlar. Devam ettiği Çamlıca’daki Kısıklı Bektaşi Tekkesi’ndeki gözlemlerinden yola çıkarak ilk romanı “Nur Baba”yı yazar, fakat alacağı tepkilerden çekindiği için yayımlanmasını ertelediği bu romanın kitap olarak basılması 1922’yi bulacaktır. Yayımlanan ilk eseri olan “Bir Serencam” ise Bergson ve Freud‘un fikirlerinden etkilenerek ruh tahlilerine geniş yer verdiği öykülerinin bir derlemesidir.
13. F. Scott Fitzgerald, “Cennetin Bu Yanı” (Orj: This Side of Paradise, 1920)
Jazz Çağı‘nın en önemli kalemlerinden, dünyaca ünlü eseri “Muhteşem Gatsby” ile tanınan Amerikalı yazar Francis Scott Key Fitzgerald, ilk romanı “Cennetin Bu Yanı”nı tamamen romantik amaçlar uğruna kaleme almıştır. 1919 yazında, bir yıla yakın flörtten sonra Zelda Sayre, o sıralar 22 yaşında olan Fitzgerald’ı terk eder. Koca bir yazı sarhoş geçiren Fitzgerald; Minnesota‘ya, ailesinin yanına döner ve başarılı bir yazar olup Zelda’yı geri kazanabilmek umuduyla bir roman yazmaya karar verir. Princeton’da eğitim aldığı sırada, muhtemelen University Cottage Club’ın kütüphanesinde yazdığı ve önceleri “Romantik Egoist” adını verdiği ilk taslak sadece 80 sayfadır. 4 Eylül 1919’da Fitzgerald karalamalarını Charles Scribner’s Sons yayınevinin editörü Maxwell Perkins‘e ulaştırması için arkadaşı Shane Leslie‘ye verir. Yayınevinin reddetmesine ramak kala Perkins ısrarcı olur ve 16 Eylül’de kitap resmi olarak kabul edilir. Elbette Fitzgerald hemen Zelda’sına koşar ve ikili ilişkilerine kaldıkları yerden devam ederler. 26 Mart 1920’de yayımlanan kitap, ilk üç günde 3000 kopya satarak tükenmiş, bir haftanın sonunda da Zelda ve Scott dünya evine girmiştir.
14. Peyami Safa, “Gençliğimiz” (1922)
Babasız büyümenin getirdiği sorumluluklar ve 17 yaşına kadar fiziksel ve ruhsal olarak onu oldukça yıpratan, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” romanına da konu ettiği kemik hastalığı nedeniyle Vefa İdadisi’ndeki öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kalan Peyami Safa; önce Keteon Matbaasında, daha sonra Posta – Telgraf Nezareti’nde çalışır, I. Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra da Rehber-i İttihat Mektebi’nde öğretmenlik yapmaya başlar. Öğretmenliği boyunca kendi çabasıyla Fransızca da öğrenen Safa, 1918’de ağabeyi İlhami Safa‘nın isteğiyle istifa eder ve birlikte çıkardıkları 20. Asır adlı akşam gazetesine “Asrın Hikâyeleri” başlığı ile imzasız hikayeler yazmaya başlar. Öykülerinin ilgi uyandırması üzerine annesi Server Bedia Hanım’ın adından ilham alarak ‘Server Bedi’ mahlasını kullanmaya başlar ve para kazanmak amacıyla yazmaya devam eder. İlk uzun hikayesi “Gençliğimiz”, 1922 yılında kitap olarak basılmıştır.
15. Ernest Hemingway, “Zamanımızda” (Orj: In Our Time, 1925)
İlk makalelerini lise yıllarında okul gazetesi The Trapeze ve yıllığı The Tabula‘da, ‘Ring Lardner, Jr’. kalem adıyla yayımlayan Ernest Hemingway, mezun olduktan The Kansas City Star gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başlar. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Kızılhaç’a gönüllüsü olur ve Avrupa’ya gider. Haziran 1918’de birkaç adım ötesinde patlayan bir top yüzünden ağır yaralanır. Milano‘da tedavi gördüğü sırada Agnes von Kurowsky adında bir hemşireye aşık olur. Buruk biten bu aşkı yıllar sonra “Silahlara Veda” romanı ile ölümsüzleştirecektir. Savaştan sonra Amerika’ya döner ve çeşitli gazetelerde çalışmaya devam eder. Evlendikten sonra Toronto Star gazetesinde yurtdışı muhabiri olarak iş bulur ve Paris’e taşınır. Burada tanıştığı F. Scott Fitzgerald, Gertrude Stein, Ezra Pound ve James Joyce‘un, genç Hemingway’i yazmaya teşvik etmesiyle 1923’de ilk hikaye derlemesi olan “Üç Öykü ve On Şiir”i 300 kopyalık özel bir baskı olarak yayımlar. Halka arz edilen ilk hikaye koleksiyonu ise adını Anglikan Kilisesi’nin ortak dua kitabındaki ‘Give us peace in our time, O Lord’ (Tanrım, bize zamanımızda huzur ver) cümlesinden alan “Zamanımızda”dır. Amerikan edebiyat dergisi The Little Review‘un 1923 basımı için Ezra Pound tarafından sipariş edilen altı öykü, 1924’de Hemingway tarafından eklenen on iki öykü ile genişletilerek kitap haline getirilip 1924’de Paris’te basılmış, 1925’de ise “Üç Öykü ve On Şiir”de derlenen hikayeler de dahil olmak üzere on dört öykünün daha eklendiği New York basımı yayımlanmıştır.
16. George Orwell, “Paris ve Londra’da Beş Parasız” (Orj: Down and Out in Paris and London, 1933)
Erken dönem şiirlerini 1914 yılında yayımlamaya başlayan George Orwell (ya da asıl adıyla Eric Arthur Blair), Burma‘daki polislik görevinden yazar olmak için istifa ettikten sonra 1927’de Londra‘ya taşınır. Aile dostları İngiliz şair Ruth Pitter, Orwell’a şiirindeki zayıflığı işaret ederek ‘bildiği gibi yazmasını’ tavsiye ettikten sonra beş yıl boyunca Londra’nın yoksul semtlerini keşfeder, yerli halka karışır, adını ve giyim tarzını değiştirerek gözlemler yapar. 1928 yılının başlarında Paris‘e taşınır ve gazeteci olarak çeşitli denemeler yazmaya başlar. Bu süreçte “Burma Günleri” başta olmak üzere bazı romanlarının taslaklarını kaleme alır. 1929’da tüm parasını çaldıran ve tamamen meteliksiz kalan Orwell, otellerde bulaşıkçılık yapmak gibi geçici işlerde çalışır ve edebiyat dergilerinde yayımlanmak üzere ilk makalelerini kaleme almaya başlar. Yaşadığı güçlükler ve daha önce Londra’da yaptığı gözlemler, başlangıçta “Bir Bulaşıkçının Günlüğü” adını verdiği ve Ekim 1930’da tamamladığı ilk romanı “Paris ve Londra’da Beş Parasız”ın ilham kaynağı olur. Roman, biri İngiliz şair T. S. Eliot tarafından olmak üzere bir çok kez reddedildikten sonra nihayet 9 Ocak 1933’de basılmış, oldukça iyi yorumlar almış; başlangıçta satış rakamları iyi gitmese de, 1940 yılında yıldızı parlayarak 55 bin kopya satmayı başarmıştır.
17. Sabahattin Ali, “Değirmen” (1935)
Piyade yüzbaşısı olan babası Cihangirli Selahattin Ali Bey‘in görev yerinin sık sık değişmesinden dolayı İstanbul, Çanakkale, Edremit gibi birçok farklı şehirde öğrenimini tamamlayan Sabahattin Ali, 1921’de Edremit Yunan işgalinde olduğu için babasının emekli aylığını alamaz ve oldukça zor günler geçirir. İstanbul Öğretmen Okulu’nda öğrenciyken 1925-1926 yılında Balıkesir, Irmak dergisinde ilk yazıları yayımlanır. Mezun olduktan sonra bir yıl kadar Yozgat‘da öğretmenlik yapar. MEB’in yaptığı sınava girip kazanır ve Almanya‘ya gider, geri döndüğünde farklı illerde Almanca öğretmenliği yaparak çalışmaya devam eder. Aynı yıllarda ilk öykülerini kaleme alır. 1932 yılında Konya‘da bulunurken, bir arkadaş toplantısı sırasında Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanıp Konya ve Sinop cezaevlerinde bir yıl kadar hapis yatar. Hapisten çıktıktan sonra 15 Ocak 1934 tarihinde Varlık dergisinde “Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlayarak Atatürk’e bağlılığını ispata çalışır. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’ne alınır, Ankara II. Ortaokul’da öğretmenlik yapar. 1935 yılında basılan ilk öykü kitabı “Değirmen”, ‘İyiyi kötüden ayırmak külfetini okuyucuya bıraktığım için özür dilerim’ önsözü ile yayımladığı, on altı hikayeden oluşan bir derlemedir.
18. Ahmet Hamdi Tanpınar, “Abdullah Efendinin Rüyaları” (1943)
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğrenciyken, şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynayan Yahya Kemal‘den ders alan ve ilk şiiri “Musul Akşamları”nı Temmuz 1920’de yayımlayan Ahmet Hamdi Tanpınar, 1921-1923 yılları arasında Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh’ta on bir şiir daha yayımlar. 1923 – 1932 yılları arasında çeşitli ortaöğrenim kurumlarında öğretmenlik yapan Tanpınar, edebiyatla ilgisini kesmez. 1926’da Millî Mecmua’da, 1927 ve 1928 yıllarında ekserisi Hayat dergisinde olmak üzere toplam sekiz şiiri daha basılır. 20 Aralık 1928’de kaleme aldığı ilk yazısı ve 1929 yılından itibaren yaptığı çeviriler de yine Hayat dergisinde yayımlanır. 1930 yılında Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başlar. 1932’de İstanbul‘a dönen Tanpınar Türk edebiyatına yoğunlaşır ve 1942 yılına kadar çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayımlamaya devam eder. Tevfik Fikret hakkındaki antolojisini 1937’de, ilk hikayesi “Geçmiş Zaman Elbiseleri”nin tefrikalarını 1939 yılında Oluş dergisinde, en tanınmış şiiri olan “Bursa’da Zaman”ın ilk hâli “Bursa’da Hülya Saatleri” adıyla 1941’de Ülkü mecmuasında, ikinci kitabı “Namık Kemal Antolojisi”ni ise 1942’de yayımlar. Basılan ilk edebi yapıtı ise Ahmet Halit Kitabevi tarafından 1943’de yayımlanan “Abdullah Efendinin Rüyaları”dır. İlk öyküsü ile aynı adı taşıyan kitaptaki hikayelerin tamamı, Tanpınar’ın ölümünden sonra hazırlanan “Hikayeler” adlı derlemede yeniden okuyucuya sunulmuştur.
19. Orhan Kemal, “Duygu” (1948), “Baba Evi” (1949)
Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, Türk edebiyatının en büyük romancılarından biri olarak gösterilir. Orhan Kemal, Suriye‘deki babasının yanına gidince orta öğrenimini kendi isteğiyle yarıda bırakır ve çeşitli işlerde çalışmaya başlar. Bir yıl sonra tek başına Türkiye‘ye dönüp babaannesinin yanına yerleşir ve Adana‘da çırçır fabrikalarında çalışır. Bu yıllardaki birikimleri, ilerde “Baba Evi” ve “Avare Yıllar” romanlarına ilham kaynağı olmuştur. 1938’de askerliğini yaparken ‘Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumak’ suçundan beş yıla mahkum edilip Kayseri Hapishanesi’ne gönderilir, ilk şiirini burada yazar. “Duvarlar” adlı şiiri Yedigün dergisinde Reşat Kemal imzası ile yayımlanır. 1940’ta Bursa Cezaevi’nde tanıştığı Nazım Hikmet tarafından şiir yerine roman ve öykü yazmaya teşvik edilir. İlk düzyazı denemesi olan “Onsekiz Yaş” adlı romanını Nazım Hikmet’in yardımı ile yazar ama yayımlamaz. Yayımladığı ilk öyküsü olan “Balık”, 1940 yılında Yeni Edebiyat dergisinde Bacaksız Orhan takma adıyla çıkar. Orhan Kemal adını ise ilk kez 1943’te İkdam gazetesinde, “Asma Çubuğu” öyküsünde kullanır. 1943’te tahliye olup Adana’ya döner ve hikaye yazmaya devam eder. 1945’te dergisinin yaptığı ankette okurlar tarafından ‘en beğenilen hikayeci’ seçilir. İlk öykü kitabı “Duygu” 1948’de, ilk romanı “Baba Evi” 1949’da yılında yayımlanmıştır. “Baba Evi”, yazarın “Küçük Adamın Romanı” adlı dizinin ilk kitabıdır.
20. Yaşar Kemal, “Sarı Sıcak” (1952)
Nobel Edebiyat Ödülü‘ne aday gösterilen ilk Türk yazar olan Yaşar Kemal (ya da asıl adıyla Kemal Sadık Göğceli) , edebiyata girişini ilkokula başlamadan önce, şiirle yapar ve okul çağında da kendi deyimiyle ‘yaşlı halk şairleri’ ile tanışır. Ortaokuldan sonra folklor derlemelerine başlar. 1940-1941 yılları arasında Çukurova ve Toroslar‘dan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı olan “Ağıtlar”, Adana Halkevi tarafından 1943 yılında yayınır. Kayseri‘de askerlik yaparken kalema aldığı ilk hikayesi “Pis Hikâye”, 1944 yılında yayımlanır, bunu 1950 yılında “Dükkâncı”, “Memet ile Memet” ve Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen “Bebek” öyküleri izler. Başlangıçta hikayelerini gerçek adı ile yayımlarken 1951 yılında fıkra ve röportaj yazarı olarak Cumhuriyet gazetesine girince Yaşar Kemal kalem adını kullanmaya başlar. Başyapıtı olarak değerlendirilen “İnce Memed”den hemen önce, 1952’de yayımlanan ilk öykü kitabı “Sarı Sıcak”, ülke çapında tanınmaya başlamasının ilk adımıdır.
21. Attilâ İlhan, “Sokaktaki Adam” (1953)
Birçoklarının sadece şairliği ile tanıdığı Attilâ İlhan, aslında on beşe yakın romanı da bulunan usta bir romancı ve senaristtir. İlk şiirini ilkokul üçüncü sınıfta yazan İlhan, İzmir Atatürk Lisesi’nin birinci sınıfında öğrenciyken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla, Şubat 1941’de, 16 yaşındayken tutuklanır. Türkiye’nin hiçbir yerinde eğitim alamayacağına dair bir belge verilince eğitimine ara vermek zorunda kalır ve ancak 1944’de Danıştay kararıyla liseye dönebilir. 1943 yılında “Yeni Edebiyat”ta, 1945 – 1946’da Gün dergisinde bazı şiirleri yayımlanır fakat hem öğrenci olduğu için, hem de daha öncesinde hapis yattığından şiirlerin bazılarını adıyla, bazılarını takma adlarla kaleme almıştır. 1946’da babası ve amcası “Cebbaroğlu Mehemmed Destanı” isimli şiirini onun adına CHP Şiir Yarışması’na gönderirler ve İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca‘yı ardında bırakarak ikinci olur. İlk şiir kitabı “Duvar”ı kendi imkânlarıyla 1948’de yayımlar. 1950 yılını İstanbul – İzmir – Paris üçgeninde geçirir, bu yıllar adının ülke çapında duyulduğu ilk dönemlerdir. Yurda döndükten sonra hukuk fakültesine devam ettiyse de son sınıfta gazeteciliğe başlayarak öğrenimini yine yarıda bırakır. Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazması ile birlikte sinemayla ilişkileri de başlar. 1953’de yayınladığı ilk romanı “Sokaktaki Adam”; “Zenciler Birbirine Benzemez” ve “Kurtlar Sofrası” ile birlikte üçleme oluşturmaktadır. Her bölümü farklı bir karakterin ağzından aktarılan roman, Attilâ İlhan’ın Türk edebiyatına getirdiği yeni bir söylem olarak görülmüştür.
22. Gabriel García Márquez, “Yaprak Fırtınası” (Orj: La Hojarasca, 1955)
20. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Nobel Edebiyat ödüllü Gabriel García Márquez, İspanyol edebiyatının en iyi yazarlarından biri olarak gösterilmiştir. Márquez, kendi imkanlarıyla devam etmeye çalıştığı hukuk öğrenimini gazetecilik kariyeri için yarım bırakır. Gazeteciliği döneminde ‘Barranquilla Grubu’ olarak bilinen, gazeteci ve yazarlardan oluşan gayri resmi bir oluşumun faal üyelerinden olur ve ‘Yüzyıllık Yalnızlık adlı bir kitabevinin sahibi yaşlı bir Katalan’ diye tarif ettiği Ramon Vinyes gibi ilham verici figürlerle çalışır. Barranquilla üyeleri adeta Márquez’e dünya çapında bir edebiyat eğitimi verir ve ona Karayip kültürü ile ilgili benzersiz bir bakış açısı sağlar. Dernek, Gabriel García Márquez’e edebi kariyeri için büyük bir motivasyon ve ilham kaynağı olmuştur. 1954’den 1955’e kadar Bogotá‘da yaşayan Márquez, El Espectador gazetesi için yazılar kaleme almaya devam eder, ayrıca sinema ilgisini de sürdürerek film eleştirmenliği yapmaya başlar. Tam yedi yıl boyunca ilk romanı “Yaprak Fırtınası”nı basacak yayınevi arar ve roman nihayet 1955’de yayınlanabilir. “Yaprak Fırtınası”, García Márquez’in öncülerinden olduğu Büyülü Gerçeklik akımı ile özdeşleşmiş zaman manipülasyonu ve çoklu bakış açılarının kullanımı gibi birçok teknik içermektedir.
23. Kemal Tahir, “Göl İnsanları” (1955)
Asıl adı İsmail Kemalettin Demir olan Kemal Tahir, Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken annesinin ölümü üzerine 10. sınıfta öğrenimini yarıda bırakıp, önce İstanbul‘da, sonra Zonguldak‘ta çeşitli işler yapar. 1932’de İstanbul’a döner; Vakit, Haber, Son Posta gazetelerinde röportaj yazarı, çevirmen, düzeltmen olarak çalışır. 1933’de Kenan Şahabettin, Yakup Kadri ve Arif Nihat Asya gibi yazar ve şairlerle Geçit adlı bir edebiyat dergisi çıkarır. 1934-1936 arasında Yedigün ve Karikatür dergilerinde sekreterlik, Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan’da yazı işleri müdürlüğü yapar. Varlık ve Ses dergilerinde takma adlarla şiirler yayımlar. İlk kitabı, 1936’da yayımladığı “Namık Kemal için Diyorlar ki” adlı kitapçık olur. 1938’de Donanma Davası kapsamında tutuklanır ve 12 yıl hapıs yatar. Bu dönemde başta Tan’da yayınladığı ve daha sonra “Göl İnsanları”na alacağı iki öyküsü olmak üzere takma isimlerle mizah öyküleri ve polisiye romanlar kaleme alır. 1950’de afla serbest kalır. Amerikalı yazar Mickey Spillane‘in yazdığı “Mayk Hammer” romanlarını çevirir, hatta seriye dört devam kitabı yazar. 6-7 Eylül olayları sırasında bir kez daha tutuklanır ve altı ay hapis yatar. Aziz Nesin ile birlikte kurdukları Düşün Yayınevi‘ni bir yıl kadar yönetir. Metin Erksan, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz ile senaryo çalışmaları yapar. Kemal Tahir adını yıllar sonra ilk defa kullandığı ve ilk önemli eseri olan dört bölümlük “Göl İnsanları” uzun öyküsü, Tan gazetesinde tefrika olarak yayınlanmış, 1955’te kitap olarak basılmıştır.
24. Yusuf Atılgan, “Aylak Adam” (1959)
Görece az sayıda eser vermesine rağmen Türk edebiyatında derin izler bırakan Yusuf Atılgan, edebiyatı meslek olarak seçmiş yazarlardan biridir. Atılgan, 1939’da liseyi edebiyat bölümünden mezun olarak bitirdikten sonra, Tıbbiye okumasını isteyen ailesine rağmen İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesine girer. Reşit Rahmedi Arat, Halide Edip Adıvar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Caferoğlu, Ali Nihat Tarlan, Fahir İz gibi hocalardan ders alır, özellikle Tanpınar’dan oldukça etkilenir. Öğrencilik masraflarını karşılayabilecek geliri olmadığı için, ikinci yıldan sonra askeriyeye başvurur ve fakülteye askeri öğrenci olarak devam edip 1944 yılında bitirir. 1945’te Maltepe Askeri Lisesi’ne öğretmen olarak atanır; ancak soruşturmalar üzerine tutuklanarak on ay hapis yatar, ordudan ihraç edilir ve öğretmenlik lisansı iptal edilir. Bu tarihten sonra Manisa‘ya yerleşen Atılgan, 1955 yılında Tercüman Gazetesi’nin açtığı öykü yarışmasına kardeşi Turgut’un ısrarı sonucu gönderilen “Evdeki” adlı öyküsüyle birinci, “Kümesin Ötesi” öyküsüyle dokuzuncu olur; “Bodur Minareden Öte” öyküsü de 1957 yılında Sait Faik Öykü Ödülü’nü kazanır. 1958 yılında “Aylak Adam” romanıyla Yunus Nadi Roman Ödülü yarışmasında ikinci olur. Ancak roman, gazetede tefrika edilmeye uygun bulunmadığından, ancak bir sene sonra, 1959’da, Varlık Yayınları tarafından kitaplaştırılır. Oldukça ilgi çeken roman, uzun yıllar bu etkisinden bir şey kaybetmeyerek Atılgan’ın ülke çapında tanınmasını sağlamıştır.
25. Ursula K. Le Guin, “Yerdeniz Büyücüsü” (Orj: A Wizard of Earthsea, 1968)
Amerika’nın yaşayan en büyük bilim-kurgu yazarı olarak gösterilen Ursula Kroeber Le Guin, ilk fantastik öyküsünü yazdığında sadece 9 yaşındadır. İlk bilim-kurgu öyküsünü ise 11 yaşında Astounding Science Fiction dergisine gönderir, ancak reddedilir. Edebiyata böylece adım atan Le Guin, yazmaya devam ettiyse de sonraki on yıl boyunca yayımlama girişiminde bulunmaz. Bunun yerine Fransız ve İtalyan edebiyatı üzerine lisans ve yüksek lisans eğitimi alır, 1953 – 1954 yıllarında da Fulbright bursu kazanarak doktora çalışmalarına devam etmek üzere Fransa’ya gider. 1951’den 1961’e kadar yayıncıların ‘erişilmez göründüğü’ iddiasıyla reddettiği beş roman daha yazar, ayrıca şiirler de kaleme alır. Hayali ülkelerde geçen gerçekçi hikayelerinden sonra, 1960’larda yeniden eski ilgi alanı olan bilim-kurgu edebiyatına döner ve çalışmaları düzenli olarak yayınlanmaya başlanır. 1964’de “Yerdeniz” serisinin ilk yapıtaşı olan “The Word of Unbinding” ve “The Rule of Names” öyküleri Fantastic dergisinde yayınlanır. 1967’de Parnassus Press yayıncısı Herman Schein, Le Guin’den ‘yaşlı çocuklar için bir kitap yazmasını’ ister. Le Guin, daha önceki kısa öykülerinden yola çıkarak oluşturduğu ve dünya çapında erişilmesi zor bir başarı elde edecek “Yerdeniz” serisine böylece başlamış olur. Esasen tek kitap olarak planladığı “Yerdeniz Büyücüsü” 1968’de yayınlandıktan sonra Le Guin, açık uçları kapatmak için devam kitapları yazmaya karar vermiştir.
26. Charles Bukowski, “Postane” (Orj: Post Office, 1971)
Amerikan serseriliğinin ödülü olarak anılan Charles Bukowski (ya da asıl adıyla Heinrich Karl Bukowski) yazmayı öğrendiği günden itibaren yazılarını yayımlanması için dergilere göndermiş, fakat uzun süre reddedilmiştir. Sorunlu bir aile ortamında büyüyen ve bundan oldukça etkilenen Bukowski, liseden mezun olduktan sonra Los Angeles City College’a gider ve burada sanat, gazetecilik ve edebiyat dersleri alır. II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla New York‘a taşınır ve yazarlık hayalleri kuran serseri bir mavi yakalı olarak kariyerine başlar. İlk öyküsü, Bukowski yirmi üç yaşındayken, Story dergisinde yayımlanır. 1946’da, başka bir öyküsünün Black Sun Yayınevi tarafından basılan özel bir koleksiyona düzenlenerek dahil edilmesi üzerine Bukowski oldukça hayal kırıklığına uğrar ve neredeyse 10 yıllığına yazmayı bırakır. ‘Sarhoş on yıl’ olarak tanımladığı bu süreyi Amerika’yı gezerek, çeşitli geçici işlerde çalışarak ve ucuz pansiyonlarda konaklayarak geçirir. 1950’lerin başında Los Angeles‘daki Amerikan Posta İdaresi‘nde kurye olarak işe alınır fakat üç yıl sonra istifa eder. 1955’te ölümün ucundan döndüğü ülser kanamasından sonra bir daktilo satın alıp şiir yazmaya başlar. 1967’nin başlarında Open City adlı yeraltı gazetesi için “Kirli Yaşlı Bir Adamın Notları” sütununu kaleme alır. Open City’nin kapandığı 1969 yılında Black Sparrow’un yayıncısı John Martin‘den finansal destek teklifi alır ve postaneden ayrılır. Bir ay dolmadan “Postane” ismindeki ilk romanını bitirir. Roman, 1971 yılında yayınlanmış ve Bukowski, Martin’in adı duyulmamış bir yazara verdiği finansal destek ve duyduğu inanca bir saygı göstergesi olarak bu tarihten sonraki önemli eserlerinin hemen hepsini Black Sparrow Yayınevinden çıkarmıştır.
27. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar” (1971-1972)
Modern Türk edebiyatının en etkili kalemlerinden olan Oğuz Atay, edebiyatı meslek olarak görmemiş, belki de görememiş yazarlardan biridir. 1957’de İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun olan Atay, üç yıl sonra İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi (şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi) İnşaat Bölümü’nde öğretim üyesi olur, hatta 1975’de doçentliğini alır. Başarılı akademik kariyerinin yanında edebiyatla da ilgilenen yazar, çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayınlar. 1970’de TRT’nin açtığı roman yarışmasına, bir jüri üyesinin deyimiyle ‘484 sayfalık bir emeğin ve tutkunun en açık belirtisi’ ile katılır ve birinci olur. Edebi çevreler tarafından tek kitaplık bir ünü olacağı düşünülerek fazla ciddiye alınmayıp adeta konuk olarak görülen Oğuz atay, TRT Roman Ödülü‘nü kazanan ilk kitabı “Tutunamayanlar”ın 1971 – 1972’de yayınlanmasından sonra, ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşsa da yazmaktan vazgeçmez. Hayattayken hiçbir kitabı ikinci baskı bile yapmayan Oğuz Atay’ın romanları, ölümünden sonra büyük ilgi görmüş, defalarca basılmış ve Türk edebiyatına yeni bir çehre kazandırmıştır.
28. Adalet Ağaoğlu, “Ölmeye Yatmak” (1973)
Edebiyata ilgisi lise yaşamında şiirlerle başlayan Adalet Ağaoğlu, kısa bir süre sonra oyun yazarlığına yönelir. İlk defa 1946’da Ulus gazetesinde tiyatro eleştirileri yayımlayarak yazarlığa başlar. 1948 – 1950 arasında Kaynak dergisinde şiirleri yayımlanır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olur. 1951-1970 yılları arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulunan Ağaoğlu, Ankara Radyosu’nda görev yaparken tiyatro oyuncusu ve yönetmen arkadaşları Kartal Tibet, Üner İlsever, Çetin Köroğlu ve Nur Sabuncu ile Meydan Sahnesi‘ni kurar ve Meydan Sahne Dergisi‘ni çıkarır. 1953 yılında Paris‘e gider. Aynı yıl 1953’te Sevim Uzungören‘le birlikte yazdığı “Bir Piyes Yazalım” tiyatro oyunu aynı yıl Ankara’da sahnelenir. ilk romanını yazana kadar oyun yazarlığına devam eder. 1970 yılında TRT Radyo Dairesi Başkanlığı’ndan istifa eden Ağaoğlu, bu tarihten sonra sadece yazarlık yapmaya başlar. İlk romanı “Ölmeye Yatmak”, 1973’te yayımlanır. Bu ilk romanından itibaren tüm eserleri yoğun tartışmalara konu olmuştur. “Ölmeye Yatmak”, daha sonra yazdığı “Bir Düğün Gecesi” ve “Hayır” ile üçleme oluşturmuş ve birçok ödül almıştır.
29. Stephen King, “Göz” (Orj: Carrie, 1974)
Dünyanın en ünlü yazarlarından biri olan Stephen King, Richard Bachman kalem adı ile yayınladıkları dahil 55 roman, 6 kurgusal olmayan kitap ve 200’e yakın kısa öykü yazmıştır. Kardeşinin bir teksir makinesi ile yayınladığı gazetesine katkıda bulunmak için yazmaya başlayan King’in ilk özgün öyküsü “I Was a Teenage Grave Robber”, 1965’de bir fanzinde, üçü yayınlanmış ve biri yayınlanmamış dört bölüm olarak tefrika edilir. 1966’da Maine Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümüne başlayan King ve 1970 yılında mezun olur. Aynı dönemde, The Maine Campus adlı öğrenci gazetesinde, “Steve King’s Garbage Truck” başlıklı köşesinde yazmaya devam eder. 1967’de Startling Mystery Stories dergisine sattığı “The Glass Floor” ilk profesyonel kısa öyküsü olur. Lise öğretmeni olarak üniversiteyi bitirdikten sonra, ek gelir elde edebilmek için Cavailer gibi erkek dergilerine kısa hikayeler satar. Sonraki yıllarda çeşitli dergilerde yazmaya devam eder ve roman fikirleri üzerine çalışır. İlk romanı “Carrie”nin taslağını 1973’de tamamladığında, 30’dan fazla yayınevi romanı basmayı reddeder. Sonunda Doubleday Yayınevi editörlerinden Bill Thompson kitabı yayınlamayı kabul eder. Bu ilk baskıda kitap hayal kırıklığına neden olduysa da, yayın hakları Signet Yayınevi tarafından tam 400.000 dolara satın alınmış ve tekrar basıldığı ilk yıl bir milyon kopya satarak, aldığı karmaşık eleştirilere rağmen büyük bir başarı elde etmiştir.
30. Orhan Pamuk, “Cevdet Bey ve Oğulları” (1982)
Nobel Edebiyat ödüllü ilk Türk yazar olan Orhan Pamuk, aynı zamanda bu ödülü alan en genç insanlardan biridir. Çocukluğundan yirmi iki yaşına kadar yoğun bir şekilde resim yapan ve ileride ressam olacağını düşleyen Pamuk, Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yıl mimarlık eğitimi alır; ancak mimar ve ressam olmaktan vazgeçerek okulu bırakır ve İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik bölümüne girer. Yirmi üç yaşından sonra romancı olmaya karar vererek başka her şeyi bırakır ve kendini evine kapatıp yazmaya başlar. 1979’da “Karanlık ve Işık” adıyla Milliyet Yayınları Roman Ödülü birinciliğini Mehmet Eroğlu ile paylaşan ilk romanı “Cevdet Bey ve Oğulları”, yıllarca yayınevi bulamayarak ancak 1982’de yayımlanabilmiş ve bir yıl sonra Orhan Kemal Roman Armağanı‘nı almıştır.
Dosya: Gotik Edebiyat
Cevap Yaz
This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.