Bir romanın ilk cümlesi, okuyucuyu yakalayabileceği ilk andır şüphesiz. Ve bu ilk anın başarısı, romanın başarısı üzerinde büyük pay sahibidir. Biz de bunu düşünerek ünlü romanların ilgi çekici girişlerinden geniş bir derleme yaptık.
Yeni tatlar ve yeni kitaplarla tanıştırması dileğiyle, keyifli okumalar!
Bütün evren, insanların uzay olarak nitelendirdikleri sonsuzluk denizinde yüzüyordu. Bu uzay denizinde, güneş sarı bir portakalı, gezegenler üzüm tanelerini ve uzaklardaki yıldız salkımları, dikkatsizce boşluğa serpiştirilmiş parlak elmas taşlarını andırıyordu.
İşte gemi bu sonsuzluk içinden çıktı.
A. R. Moore, Robot X – 81
Bir gün, gazetelerde, “Hazin bir vefat” başlığı altında kısa bir fıkra çıktı: “Bursa eşrafından, eski maslahatgüzarlarımızdan, Tütün İnhisarı Idaresi Mütercimi Ahmet Fahim Bey eceli mev’udiyle vefat etmiştir. Merhum, her cihetle faziletli, hür fikirli, geniş bilgili, çok nezaketli, şahsına hürmet telkin ettirmiş ve dostları tarafından çok sevilmiş bir zattı. Vefatı zayiattandır. Mevla rahmet eyliye!”
Abdülhak Şinasi Hisar, Fahim Bey ve Biz
“İntihar etmeyeceksek içelim bari!”
Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi
“Uyandım. Uyanıyorum. Zihnin oyunu bitti. Şimdi kendi kapımdayım. Biraz sonra içeriye, oradan dünyaya gireceğim.”
Ahmet Hamdi Tanpınar, Aydaki Kadın
Yeni gördüm ama ne garip şey, meğer kömürcüler karda, donda buram buram terler; tatlı, sıcak, güneşli havalarda da tiril tiril titrerlermiş.
Ahmet Rasim, Şehir Mektupları
Yazgıya inanmam, ama olaylar bu düşüncemin yanlışlığını kanıtlamak istercesine ardı ardına sıralanmaya başladığında, bunları kurgulayan biri mi var, diye endişelenmekten de kendimi alamam.
Ahmet Ümit, Beyoğlu Rapsodisi
Anam ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum. İhtiyarlar Yurdundan bir telgraf aldım: Anneniz vefat etti. Yarın kaldırılacak. Saygılar.” Bundan bir şey anlaşılmıyor. Belki de dündü.
Albert Camus, Yabancı
“Eee, ne olacak şimdi ha?”
Ben vardım, yani Alex, yanımda da üç kankam, yani Pete, Georgie ve Dim, ki Dim cidden epey budalaydı ve Korova Sütbarı’nda oturmuş akşam ne yapacağımıza karar veriyorduk, arsız karanlık, buz gibi kış piçlik yapıyordu, ama yağmur yoktu.
Anthony Burgess, Otomatik Portakal
Altı yaşındayken bir gün, balta girmemiş ormanlar üstüne yazılmış “Yaşanmış Öyküler” adlı bir kitapta müthiş bir resim görmüştüm. Bir hayvanı yutmakta olan bir boa yılanını gösteriyordu.
Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens
“Tuhaf bir tecrübe miydi?” diye sordu doktor. Evet, dostlarım, hayatım boyunca bir daha asla yaşamak istemeyeceğim çok tuhaf bir tecrübeydi.
Arthur Conan Doyle, Böcek Avcısı
Farzet ki, seninle bir bahçeye bakan sessiz bir odada oturmuş, yeşil çaylarımızı yudumlayarak çok eskiden yaşanmış bir olaydan söz ediyorduk. Ben sana dedim ki: “Falancayla karşılaştığım o öğleden sonra, yaşamımın en güzel öğleden sonrasıydı ve aynı zamanda en kötüsüydü.” Sanırım bunları duyunca fincanı elinden bırakır, “Hangisiydi?” diye sorardın. “En iyisi miydi, en kötüsü müydü? Çünkü ikisinin birden olmasına imkân yoktu.” Normal olarak kendime güler sana hak verirdim. Fakat gerçek şu ki, Bay Tanaka Ichiro’yla tanıştığım öğleden sonra, gerçekten yaşamımın en iyi ve en kötü öğleden sonrasıydı. Adam bana büyüleyici biri olarak göründü, hatta ellerindeki balık kokusu bile bir çeşit parfüm gibi geldi. Eğer Bay Tanaka’yı tanımasaydım, eminim ki ben bir geyşa olmazdım.
Arthur Golden, Bir Geyşa’nın Anıları
Bütün Türkiye cezaevlerinin en usta anlatıcısı birinci koğuştaydı. Bu anlatıcı el üstünde tutulurdu. Her koğuşun hükümlüleri, onu kendi koğuşlarına almak isterlerdi. Bunu, birinci koğuştakiler başarmışlardı.
Aziz Nesin, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz
Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?
Tanıklarla, kanıtlarla, uygun adım yürümek için ikide bir ayak değiştirme imkânı veren gerçeklerle ne kadar üstümüze gelseler, boşuna! İnanmayız. “Geçen bir şey yok!” diye bağırırız. “Her şey tam şimdi yaşanıyor!”
Tam şimdi, bir yaz öğlesi, Nihal halılarını kaldırdığımız salonun parkesinde çıplak ayaklarıyla geziniyor…
Barış Bıçakçı, Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Yürüyor, yürüyor ve “Sonsuz Anı” ilahisini söylüyorlardı. Onlar sustuğunda adımları, atlar ve rüzgârın esintisi aynı melodiyi tekrarlıyordu sanki.
Yoldan geçenler saygıyla selam durup çelenkleri sayıyor, haç çıkartıyordu. Meraklılar tören alayına katılıyor, “Kimin cenazesi?” diye soruyordu. “Jivago’nun” oluyordu yanıt. “Demek o adamın, ha. Şimdi anlaşıldı.” “Adamın değil, kadının.” “Olsun. Huzur içinde yatsın. Büyük bir tören.”
Boris Pasternak, Doktor Jivago
1998 ilkbaharında Bluma Lennon, Soho’daki bir kitapçıdan Emily Dickinson’ın Şiirlerinin eski bir baskısını aldı ve ilk köşe başında, tam da ikinci şiiri okumaya başladığında bir arabanın altında kaldı.
Carlos Maria Dominguez, Kağıt Ev
Onun iki masalı vardı. Biri kendisinindi ve başka kimse bilmezdi. Ötekini ise dedesi anlatmıştı ona. Sonra ikisi de yok olup gitti. Şimdi biz bunlardan söz edeceğiz.
Cengiz Aytmatov, Beyaz Gemi
Bir yanlışlık olarak başladı.
Charles Bukowski, Postane
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana –sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece “daha” sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.
Charles Dickens, İki Şehrin Hikâyesi
Marley ölmüştü. Bunu baştan belirtelim. Bu konuda hiçbir kuşku yok. Papaz, belediye memuru, cenazeci ve de mirasçı, gömme kağıdını imzalamışlardı. Scrooge da imzasını basmıştı. Scrooge’un imzası borsa çevrelerinde çok saygın ve geçerliydi.
Demek ki Marley, halk ağzında denildiği üzere, kapı çivisi gibi ölüydü.
Charles Dickens, Noel Şarkısı
Tyler bana bir garsonluk işi buluyor, sonra ağzıma bir silah sokmuş ve diyor ki, sonsuza kadar yaşamak istiyorsan, ilk adım olarak ölmek zorundasın. Oysa Tyler uzun süre benim en iyi arkadaşımdı. Tyler Durden’ı duymuş muyum, insanlar durmadan bunu soruyorlar.
Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü
Her okyanus, geçiş ücreti olarak zaman zaman insan ve gemiler yutar, ama hiçbiri Pasifik’in doymak bilmeyen büyük iştahıyla yutamaz.
Clive Cussler, Dirk Pitt #1 – Girdap
Çağımız ister istemez içler acısı bir çağ olduğundan, onu acıklı görmekten kaçınıyoruz. Büyük yıkım gelip geçti, kalıntılar ortasındayız şimdi, küçücük yeni evler kurmaya, küçücük umutlar beslemeye başlıyoruz. Oldukça güç bir iş bu: geleceğe uzanan düz bir yol yok, ama engellerin çevresinde dönüp duruyoruz ya da üzerlerinden atlıyoruz. Yaşamamız gerek; yer gök yıkılmış olsa bile.
D. H. Lawrence, Lady Chatterley’in Sevgilisi
Cehennem:
Yaşam yolumuzun ortasında
karanlık bir ormanda buldum kendimi,
çünkü doğru yol yitmişti.
Araf:
Azgın denizi ardında bırakan
düş gücümün küçük teknesi,
dingin sulara girince şişirdi yelkenini:
Cennet:
Her şeyi devindirenin şanı
evrenin her yerine ulaşır,
kimi yerde çok, kimi yerde az ışır.
Dante, İlahi Komedya
Galaksinin Batı Sarmal Kolu’nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede, gözlerden uzak, küçük ve sarı bir güneş vardır.
Bu güneşin yörüngesinde, kabaca yüz kırksekiz milyon kilometre uzağında, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. Gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler.
Douglas Adams, Otostopçunun Galaksi Rehberi
Doğru! – sinirliydim – çok, pek sok, korkunç derecede sinirliydim, hâlâ da öyleyim; ama deli olduğumu nereden çıkarıyorsunuz? Hastalık, duygularımı keskinleştirmişti – yakmış, yok etmiş değildi onları – körleştirmiş de değildi. Hepsinden çok da işitme duygum kuvvetlenmişti. Cennetteki, yeryüzündeki her şeyi duyuyordum. Cehennemdekilerin de birçoğunu duyuyordum. Nasıl, öyleyse, nasıl deli dersiniz bana? Dinleyin! dinleyin de görün bakın, bütün olan biteni size ne kadar serin kanla, – ne kadar aklı başında olarak anlatacağım.
Edgar Allen Poe, Gammaz Yürek
Cumhurbaşkanına Mektup
SAYIN FÉLIX FAURE
Cumhurbaşkanı
Sayın Başkan,Bir gün bana göstermiş olduğunuz iyi kabulden dolayı duyduğum minnet duyguları içinde, haklı ününüz konusunda kaygılanmama ve size şimdiye kadar öylesine parlak olan yıldızınızın, lekelerin en utanç vericisi ve en silinmezinin tehdidi altında bulunduğunu söylememe izin verir misiniz?
Émile Zola, Suçluyorum
İnsanlardan kaçan komşumu ve daha sonra başıma bir sürü iş açacak olan mal sahibimi ziyaretten yeni döndüm. Doğruyu söylemek gerekirse oraları gerçekten güzel yerlerdi!
Emily Brontë, Uğultulu Tepeler
Cepheden dokuz kilometre gerideyiz. Bizi dün değiştirdiler; şimdi karnımız kuru fasulye ve sığır eti dolu; tok ve memnunuz.
Erich Maria Remarque, Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok
Afrika’dakinden başka türlü kokuyordu Rusya’daki ölüm.
Erich Maria Remarque, Yaşamak Zamanı Ölmek Zamanı
Gulf Stream’de sandalıyla tek başına avlanan bir ihtiyarcıktı; seksen dört gün olmuştu oltasına tek bir balık takılmayalı.
Ernest Hemingway, İhtiyar Balıkçı
Kilimanjaro 6500 metre yükseklikte, karlı bir dağdır; Afrika’nın en yüksek dağıdır, derler. Batı doruğuna yerliler “Ngace Ngay”, yani Allah’ın evi adını vermişler. Tepeye yakın bir yerde, kurumuş ve donmuş bir pars iskeleti vardır. Bu kadar yüksek yerde pars ne arıyormuş, kimse akıl erdiremiyor.
Ernest Hemingway, Kilimanjaro’nun Karları
Çok genç ve toy günlerimde babamın verdiği bir öğüt aklımdan hiç çıkmadı.
“İçinden ne zaman birini eleştirmek gelse,” demişti, “bu dünyada herkesin senin sahip olduğun üstünlüklerle doğmadığını anımsa, yeter.”
F. Scott Fitzgerald, Muhteşem Gatsby
Bu Kara Bayram’ın, seksen evli Karataş köyünde kimsenin gözüne batmayan bir yaşamı vardı.
Babadan kalma, ahırlı, samanlıklı, toprak damlı bir evi, bir kağnısı; bir öküzü, bir ineği, bir eşeği, üç koyunu, iki ası kuzusu, üçü yumurtlayan on bir tavuğu ve yedi yıl önce satılan Necip Bey çiftliğinden boğazına kadar borca batarak aldığı kırk beş dönüm kadar toprağı…
Fakir Baykurt, Yılanların Öcü
Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.
Franz Kafka, Dönüşüm
Zerdüşt otuz yaşındayken yurdunu ve yurdunun gölünü terk edip dağlara çıktı. Burada başını dinledi ve yalnızlığın tadına vardı ve on yıl boyunca da bundan usanmadı. Ne var ki sonunda dönüştü yüreği – ve bir sabah, tanyeri ağarırken kalktı ve güneşin karşısına geçip şöyle söyledi:
“Ey sen büyük yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, ne olurdu mutluluğun?”
Friedrich Wilhelm Nietzsche, Böyle Söyledi Zerdüşt
Aleksey Fyodoroviç Karamazov, on üç yıl önceki korkunç esrarlı ölümü bir zamanlar herkesin dilinde dolaşan (hatta şimdi bile aramızda unutulmamış olan) bölgemizin derebeyi Fyodor Pavloviç Karamazov’un üçüncü oğluydu. Babasının ölümünü yeri gelince anlatacağım.
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Karamazov Kardeşler
Doksanıncı yaşımda, kendime bakire bir yeniyetmeyle çılgınca bir aşk gecesi armağan etmek istedim.
Gabriel García Márquez, Benim Hüzünlü Orospularım
Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30’da kalkmıştı.
Gabriel Garcia Marquez, Kırmızı Pazartesi
Beylik Çiftlik’in sahibi Bay Jones, her gece yaptığı gibi kümesin kapısını örtmüş, ama çok sarhoş olduğu için tavukların girip çıktıkları delikleri kapatmayı unutmuştu.
George Orwell, Hayvan Çiftliği
Bu sayfaları yazmak niye? Ne işe yararlar? – Bununla ilgili ben ne biliyorum ki? İnsanlara gidip hareketlerinin ve yazılarının nedenlerini sormak, bana göre, hayli aptalca. – Siz kendiniz, bir delinin elinin çizeceği sefil sayfaları neden açtığınızı biliyor musunuz?
Gustave Flaubert – Bir Delinin Anıları
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında hiç kimse bu dünyanın insanoglundan daha akıllı, yine de onun kadar ölümlü varlıklar tarafından merakla ve yakından izlendiğine; insanlar pek çok tasaları ile meşgûlken, belki bir insanın mikroskopla bir damla suyun içinde kaynaşıp hızla çoğalan kısa ömürlü yaratıkları inceleyeceği gibi kılı kırk yararcasına incelendikleri ve araştırıldıklarına inanmazdı.
H. G. Wells, Dünyaların Savaşı
En iyi arkadaşımın başına altı kurşun sıktığım, bununla birlikte, bu ifadeyle, onun katili olmadığımı göstermeye çalıştığım doğrudur.
H. P. Lovecraft, Eşikteki Şey
Hikâyemin başladığı ana kadar silik, cansız bir Hâriciyye memuru idim. Yazdığım hikâye benden ziyâde, sevdiğim insanların hayatına aittir. Fakat ben de onların arasında yaşıyorum ve kendi hayatım onların hikâyesi ile başlıyor. Onun için kendimi de bazan bu ateş ve kan hikâyesine karıştırmaktan korkarak başlıyorum.
Halide Edip Adıvar, Ateşten Gömlek
Beni en çok suçtan arınmışlığım tedirgin ediyor. Uzunca bir süredir, ruhumun derinliklerinde bütün şiddetiyle hissediyorum bunu.
Hasan Ali Toptaş, Bin Hüzünlü Haz
Bir gölge gibi, masaya doğru yeniden yürüdüm. Doğrusunu istersen, içimdeki hikâyenin hangi cümleden başlayacağını bilemiyordum o sırada.
Hasan Ali Toptaş, Uykuların Doğusu
İsteğine boyun eğiyorum. Bizi bizim kendisini sevdiğimiz ölçüde sevmeyen kadının bir ayrıcalığı vardır: Bize ikide bir sağduyu kurallarını unutturur. Alınlarınızda bir kırışık belirdiğini görmemek, en ufak bir isteğinizi geri çevirdiğimiz zaman kederleniveren dudaklarınızdaki somurtkan anlatımı dağıtmak için, uzaklıkları mucizemsi bir biçimde aşar, kanımızı akıtır, geleceğimizi harcarız. Bugün de geçmişimi istiyorsun, işte al.
Honoré de Balzac, Vadideki Zambak
Son soru ilk kez 21 Mayıs 2016’da insanlık ışığa henüz yeni adım attığında soruldu. Sorulma nedeni beş dolarlık bir bahisti. Şöyle oldu:
Isaac Asimov, Son Soru
Bir gezegen sonunda ölmeye mahkûmdur. Çevresinde döndüğü güneşi patladığı için çabuk bir ölüm olabilir. Ya da güneşi zayıfladığı ve okyanusları buz tuttuğu için yavaş yavaş ölür. İkinci durumda zeki yaratıkların yaşama şansı vardır.
Isaac Asimov, Uzayın Bekçileri
Doktor az önce ayrıldı. Sonunda kesin bir sonuca varabildim. Lafı döndürüp dolaştırsa da, en sonunda konuştu. Evet, yakında, ben çok yakında öleceğim. Buz tutmuş nehirler çözünecek ve son karla birlikte büyük olasılıkla ben de akıp gideceğim… Nereye? Tanrı bilir, belki de okyanusa. Peki, madem öleceğim, hiç değilse baharda öleyim.
Ivan Sergeyeviç Turgenyev – Lüzumsuz Bir Adamın Günlüğü
Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum. Sonra, onlarla ilgili en ufak bir söz etsem, bizimkilere inmeler iner.
J. D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar
Privet Drive dört numarada oturan Mr ve Mrs Dursley, son derece normal olduklarını söylemekten gurur duyarlardı, sağ olun efendim. Garip ya da gizemli işlere bulaşacak son kişilerdi, böyle saçmalıklara kafa yormazlardı çünkü.
J. K. Rowling, Harry Potter ve Felsefe Taşı
Biri dışında, bütün çocuklar büyür ve büyüyeceklerini erken yaşta öğrenirler. Wendy de şöyle öğrendi: İki yaşındayken, bir gün bahçede oynuyordu. Bir çiçek daha koparıp, bu çiçekle annesine koştu. Sanırım küçük kız pek sevimli görünüyordu ki, Bayan Darling elini göğsüne koyup, ‘Ah, keşke hep böyle kala-bilsen!’ diye haykırdı. Bu konuda aralarında geçen konuşmanın hepsi buydu, ama Wendy bundan böyle büyümek zorunda olduğunu öğrenmişti. Bunu iki yaşına girdikten sonra anlarsınız hep. İki yaş, sonun başlangıcıdır.
J. M. Barrie, Peter Pan
Topraktaki bir oyukta bir hobbit yaşardı. Solucan kuyruklarıyla ve sulu çamur kokusuyla dolu, iğrenç, pis, ıslak bir oyuk değil, oturacak veya yemek yiyecek bir yeri olmayan kuru, çıplak, kumlu bir oyuk da değil: Bir hobbit kovuğuydu ve bu da konfor demekti.
J. R. R. Tolkien, Hobbit
Dünyaca kabul edilmiş bir gerçektir, hali vakti yerinde olan her bekar erkeğin mutlaka bir eşe ihtiyacı vardır.
Jane Austen, Gurur ve Önyargı
4 Mayıs 1771.
Ne mutluyum, gitmekten! Can dost, insan kalbi ne tuhaf! Öylesine sevdiğim senden hiç ayrılamazken, seni bırakıp da yüreği hoş olmak.
Johann Wolfgang von Goethe, Genç Werther’in Acıları
Etli, balon bir kafanın tepesine sımsıkı geçirilmiş yeşil avcı kasketi. Kasketin iri kulaklar, berber eli değmemiş saçlar, o kulaklardan fışkıran ince tüylerle dolu yeşil kulaklıkları, aynı anda iki yönü gösteren dönüş işaretleri gibi iki yanda havaya dikilmiş. Siyah, fırça gibi bıyığın altından dolgun, torba gibi büzülmüş dudakları dışarı fırlıyor, ağzının iki yanındaki beğenmezlikle ve cips kırıntılarıyla dolu küçük kıvrımlarda son buluyor. Ignatius J. Reilly’nin, kasketin yeşil siperliğinin gölgesinde kalan mavi-sarı gözleri D.H. Holmes alışveriş merkezinin önünde bekleşen insanları tepeden süzüyor, zevksiz giyim işaretleri arıyordu. Giysilerin çoğu, beğeni ve inceliğe karşı işlenmiş bir suç sayılabilecek kadar yeni ve pahalıydı. Bir insanın yeni ya da pahalı bir şeye sahip olması, dinbilimden de geometriden de habersiz olduğunun kanıtıydı; o insanın ruhuyla ilgili kuşkular bile uyandırabiliyordu.
John Kennedy Toole, Alıklar Birliği
Konuşkan bir adam değildi Phileas Fogg. Ondaki gizemli hâli arttıran da bu gizem dolu sessizliğiydi. Ama hayatında esrarlı denecek bir yan yoktu.
Şimdiye kadar belli bir yolculuk etmiş miydi?
Jules Verne, 80 Günde Devr-i Âlem
— Sinirlenmeyin, diye nasihat verdi: Olur böyle şeyler.
Kemal Tahir, Derini Yüzeceğim
Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.
Lev Nikolayeviç Tolstoy, Anna Karenina
Nasıl yaşamalıyım, bilmiyorum. Herkes nasıl yaşamalı, bilmiyorum. Bütün bildiğim, nasıl yaşadığım. Kabuğu çıkarılmış bir salyangoz gibi yaşıyorum. Bu da para kazanmak için iyi bir yol değil.
Margaret Atwood, Ademden Önceki Yaşam
Scarlett O’Hara güzel değildi, ama cazibesine kapılan erkekler bunun pek farkına varmazlardı. Tıpkı Tarleton ikizleri gibi.
Margaret Mitchell, Rüzgar Gibi Geçti
İçine doğan tüm kötü hislere rağmen işlerimi kazasız belasız yoluna koyduğumu duyunca memnun olacağını tahmin ediyorum. Buraya dün geldim ve gelir gelmez de ilk işim, sevgili kardeşimi iyi olduğumdan, girişimimin başarıya ulaşacağına dair inancımın giderek güçlendiğinden haberdar etmek üzere kolları sıvamak oldu.
Mary Shelley, Frankenstein ya da Modern Prometheus
La Mancha’nın, adını hatırlamadığım bir köyünde, fazla uzun zaman önce sayılmaz, evde mızrağı, eski deri kalkanı asılı asilzadelerden biri yaşardı; cılız bir beygiri, bir de tazısı vardı, içinde koyundan ziyade sığır kaynayan çorba, çoğu gece yenen kıyma, cumartesileri yenen omlet, cuma yemeği mercimek ve bazı pazarlar fazladan yenen bir güvercin, gelirinin dörtte üçünü tüketirdi.
Miguel de Cervantes, Don Quijote
Çoğu şeyin başladığı gibi, bu da bir şarkıyla başlar.
Ne de olsa önce söz vardı ve söz dediğinizin bir melodisi olurdu. Dünya bu şekilde yaratıldı, boşluk bu şekilde bölümlere ayrıldı, topraklar ve yıldızlar ve düşler ve küçük tanrılar ve hayvanlar bu şekilde dünyaya geldi.
Hepsi şarkıyla söylendi.
Neil Gaiman, Anansi Çocukları
Peder Francesco, bugün kalemi ele alıp da senin hayatım ve çağını yazmağa kalkışan naçiz ben, hatırlarsın, ilk karşılaştığımızda zavallı bir dilenciydim, çirkindim, saçım sakalım birbirine girmişti, kaşlarımın kılları enseminkilere karışıyordu. Korku doluydu gözlerim, bön bön bakıyordum; kekeliyordum, kuzular gibi meliyordum; sense, çirkinliğimle, aşağılık durumumla alay ederek, bana ‘Leo Kardeş’ arslan kardeş demiştin. Ne var ki, hayat hikâyemi anlatınca sana, ağlamağa başladın; kollarınla sımsıkı sarıp, öptün beni, “Leo Kardeş, bağışla beni,” dedin “‘Arslan’ diyerek seni alaya aldığım doğru, ama şimdi gerçekten ‘arslan’ olduğunu görüyorum; çünkü ancak bir arslan düşebilir peşine, senin düştüğün şeyin.
Nikos Kazancakis, Allah’ın Garibi
Olay, XX. yüzyılın ikinci yarısında, bir gece, Turgut’un evinde başlamıştı. O zamanlar daha Olric yoktu, daha o zamanlar Turgut’un kafası bu kadar karışık değildi. Bir gece yarısı evinde oturmuş düşünüyordu.
Oğuz Atay, Tutunamayanlar
Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu.
Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi
Bir gün yaşam vardır. Bir adam, örneğin, sağlığı yerinde, yaşlı bile değil, hiç hastalık geçirmemiş. Her şey eskiden olduğu gibi, bundan sonra hep olacağı gibi. Kimsenin işine karışmadan, yalnızca kendisini bekleyen yaşamı düşünerek bir günden ötekine geçer bu adam. Sonra, ansızın, ölüm geliverir.
Paul Auster, Yalnızlığın Keşfi
11 Kasım 1997 günü Veronika kendini öldürme zamanının – sonunda!- geldiğine karar verdi. Bir manastırda kiraladığı odasını dikkatlice temizledi, kaloriferi kapattı, dişlerini fırçaladı ve yatağına uzandı.
Paulo Coelho, Veronika Ölmek İstiyor
Muallâ kendisine çok tavsiye edilen bu kitabı okumakta hâlâ tereddüt ediyordu. Yapraklarını çevirdi. “Beni yalnız bırakmayınız!” diye başlayan bir sahifenin yukarısından ortalarına doğru gözleri, satırların basamaklarını ikişer üçer atlayarak aşağıya kadar inmişti. Bir kaç yerde hep aynı cümle: “Beni yalnız bırakmayınız!”
Peyami Safa, Bir Tereddüdün Romanı
Çocuklar Hastahanesi
Beklemesini onlar kadar bilen yoktur.
Peyami Safa, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
Rick Deckard’ı, yatağının yanındaki duyarıcının otomatik alarmının pompaladığı tatlı küçük bir elektrik akımı uyandırdı.
Philip K. Dick, Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi
Yakmak bir zevkti.
Bazı şeylerin yitmesini, kararmasını ve değişmesini görmek özel bir zevk veriyordu.
Ray Bradbury, Fahrenheit 451
Dördüncü sınıftaydım. Yaşım oniki kadar olmalı. Fransızca muallimimiz Sör Aleksi, bir gün bize yazı vazifesi vermişti. “Hayattaki ilk hatıralarınızı yazmaya çalışın. Bakalım neler bulacaksınız? Sizin için güzel bir hayat temini olur,” demişti.
Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu
1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın’ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler.
Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf
Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım. Ne zaman kendimle baş başa kalsam, Raif efendinin saf yüzü, biraz dünyadan uzak, buna rağmen bir insana tesadüf ettikleri zaman tebessüm etmek etmek isteyen bakışları gözlerimin önünde canlanıyor.
Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna
Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur; olur! Mutlak tıraş bıçağına sinirlenmiş olacağım.
Sait Faik Abasıyanık, Hişt, Hişt!…
Topal martı ile balıkçının konuştukları bile, işitilmemişse de, görülmüştür. Önce martının laf attığına kalıbımı basarım. Ne dediğini söyle deseler söyleyemem ama, işin başka türlü olmasına; diyeceğim, ilk balıkçının martıya laf atmasının mümkünü yoktur.
Sait Faik Abasıyanık, İki Kişiye Bir Hikaye
Siyahlı adam çölde kaçıyordu. Silahşor de peşindeydi.
Stephen King, Kara Kule #1, Silahşor
Olay 1932’de, eyalet cezaevi hâlâ Cold Mountain’dayken oldu. Elektrikli sandalye de oradaydı tabii.
Stephen King, Yeşil Yol
Garip, boğucu bir yazdı. Rosenberg’leri elektrikli sandalyede idam ettikleri yaz. Ve ben New York’ta ne aradığımı bilmiyordum.
Sylvia Plath, Sırça Fanus
Bağlı değildi, sağında solunda bir sürü koltuk varken, odadaki tek tahta iskemlenin üstünde, kımıldamadan oturmasını söyleyen de olmamıştı, o gene de hep aynı yerde, aynı tahta iskemlenin üstünde, kımıldamadan oturuyor, korku ve şaşkınlık içinde karşısındaki adamlara bakıyordu.
Tahsin Yücel, Gökdelen
Ölümdür bu gelen. Azrâil’in ayak sesleridir işittiği. Biliyor bunu; çoktandır. Ama gene de hazır değildir. Bir burukluk var içinde. Allah’dan nice zamandır, gece, gündüz dudakları kıpır kıpır mehil diliyor.
Tarık Buğra, Osmancık
Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
Ursula K. Le Guin, Mülksüzler
“İdam mahkûmu!”
Beş haftadan beri bu düşünceyle baş başayım, onunla yaşıyorum; ürkütüyor varlığı beni, ağırlığı altında eziliyorum!
Victor Hugo, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü
Ama biz sizden kadınlar ve kurmaca üzerine konuşmanızı istemiştik, bunun kendine ait bir odayla ne ilgisi var, diyebilirsiniz. Açıklamaya çalışayım.
Virginia Wolf, Kendine Ait Bir Oda
Liste: Dünya Edebiyatının En Ünlü 10 Dedektifi
Dosya: Ünlü Yazarların İlk Eserleri
Liste: Sonbahar Kitapları
Cevap Yaz
This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.