Oldukça bilindik bir sözdür; ilk intibanın önemi anlatılmak istendiğinde, “ilk izlenim için ikinci bir sansınız olmayacak” denir. Kitaplar söz konusu olduğunda da bunun değişmediğini söylersek, herhalde hata etmiş olmayız. Bir kitabın tek bir tane ‘ilk cümlesi’ vardır ve o ilk cümle ile -ya da, belki ilk birkaç cümle ile- muhatabını okumaya ikna etmesi gerekir. Maalesef bunu başaramadığı için değeri anlaşılamayan pek çok kitap olduğu gibi, başarabilmiş ve sadece ilk cümleleri ile bile ikonikleşmiş kitaplar da var. “Okuyucunun okuduğu ilk cümle, kitabın giriş cümlesi, o kitabın satmasını, kapanış cümlesi ise yazarın daha fazla okuyucu kazanmasını sağlar.” derler. Daha fazla okuyucu kazanma bölümünü sonraki incelemelerimize bırakarak, bu yazıda ünlü kitapları ve onların etkileyici girişlerini mercek altına alacağız.
Bir hikaye anlatmaya başlamanın bir çok farklı yolu olabilir ve bu yolları birkaç genel başlık altında inceleyebiliriz.
DİREKT:
Romanın daha ilk satırlarında lafı fazla dolandırmadan, en yalın haliyle karakterlerle veya olayla tanıştırıldığımız roman girişleri, başarılı sonuçlar veren ilk cümlelere örnek teşkil ediyor. Okuyucuyu neyle muhatap olduğu konusunda kabaca aydınlatarak işe başlayan romanlar, sıradan gibi görünse de efsanevi başlangıçlardan olma konusunda da muadillerinden bir adım önde.
Topraktaki bir oyukta bir hobbit yaşardı.
J.R.R. Tolkien, Hobbit
İşte direkt olmanın hakkını veren bir giriş. Daha ilk cümlede okuyucunun kafasında “Hobbit de ne?” sorusunu oluşturan (elbette bundan 15 sene önce) ve peşinden getirdiği küçük bir açıklamayla da bu sorunun ardındaki merakı da körükleyen Tolkien, ‘topraktaki bir oyukta yaşayan bir hobbit’ tanımı ile edebiyat tarihinin en ikonik girişlerinden birini yapmış oluyor.
BETİMLEME YAPARAK:
Betimleme, bir romanın en önemli parçalarından biridir, kuşkusuz. Ancak okuyucu için hız tümseği görevi gördüğü de bir gerçektir. Girişin betimleme ile yapılması her zaman olumlu sonuçlar vermese de, başarılı örneklerden biri üzerinden, betimlemenin de nasıl ilgi çekici bir hale getirilebildiğini görebiliriz.
Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı.
Ursula K. Le Guin, Mülksüzler
‘Önemli görünmeyen’ bir duvarın fiziksel özelliklerinin oldukça sade ama kendine özgü bir biçimde betimlenmesiyle yapılan giriş, tamamlandığında “ama önemliydi” açıklamasıyla okuyucuyu neden önemli olduğunu öğrenmeye de teşvik ediyor. Yazarın betimlediği duvar birkaç cümle içinde bir duvardan bir fikre evriliyor ve okuyucuyu bu fikir üzerinden kendine çekmeyi başarıyor.
MERAK UYANDIRARAK:
Aslında merak uyandırmak her iyi başlangıç için birinci şarttır. İyi başlangıçlar, şöyle ya da böyle, merak uyandırırlar. Ama bu başlık altında inceleyeceğimiz örnek, salt merak üzerine kurulu bir örnek. Betimleme, şaşırtma, eğlendirme, insanı düşünmeye sevk etme olmadan, sadece merakını uyandırarak bir sonraki cümleyi okumaya sevk eden bu girişler fazla kullanıldığında etkisini kaybetse de, kesinlikle klasiklerden.
“Tuhaf bir tecrübe miydi?” diye sordu doktor. Evet, dostlarım, hayatım boyunca bir daha asla yaşamak istemeyeceğim çok tuhaf bir tecrübeydi.
Arthur Conan Doyle, Böcek Avcısı
Arthur Conan Doyle, bir “Sherlock Holmes” öyküsü olan “Böcek Avcısı”na işte böyle salt merak duygusunu körükleyen ve okuyucunun başka hiçbir şey hissetmesine izin vermeyen bir giriş yapıyor. Bu iki cümleden karşılaşacağımız öyküye dair hiçbir önyargıda bulunmak mümkün değil. Basit bir soru ve basit bir cevap. Ama okuyucunun merakını en ilkel haliyle cezbetmek için fazlasıyla yeterli.
ŞAŞIRTARAK:
Okuyucuyu bir anda garip, tahmin edilemez, öngörülemez, beklenmedik bir hadise ile baş başa bırakmak suretiyle şaşırtarak kendine bağlayan yüksek perdeden girişler her zaman etkili olmuştur. Bu şaşırtıcı hadiseler oltanın ucundaki parlak renkli tuhaf bir solucan gibidir ve aslında hikayenin de başlangıcıdır. Tabii bu başlangıçların da sorunu, aynı ilgi çekiciliği sürdürmek zorunluluğu olsa gerek. Yazar, okuyucunun beklentilerini bu şekilde yükselttikten sonra daha -tabiri caizse- zokayı yutturamadan ilgisini kaybetmesine sebep olursa, sıradan bir başlangıçtan çok daha büyük hayal kırıklığı yaratması kaçınılmaz. Neyse ki elimizde harika bir örnek var; şaşırtmanın da, okuyucuyu kendine bağlamanın da tam olarak hakkını veren güzel bir örnek; ayrıca edebiyat tarihindeki en epik girişlerden biri.
Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.
Franz Kafka, Dönüşüm
Kafka’nın “Dönüşüm” romanına yaptığı bu giriş, bahsi geçen şaşırtıcı durumu sorgulamaya bile izin vermeyecek kadar absürd. Bir insanın nasıl olup da kendini bir sabah uyandığında böcek olarak bulabileceği sorusu cevap beklemiyor. Giriş, o cevabın sonraki sayfalarda gizli olduğuna dair güveni uyandırmakta da çok başarılı.
BAŞINA GELENLERİ ANLATARAK:
Genelde birinci tekil şahıs anlatımlarına sahip hikayelerde okuyucunun karşısına çıkan bu giriş türü, okuyucuyu hikayeden çok anlatıcıya odaklamak için kullanılan yöntemlerden biri olarak düşünülebilir. Anlatıcı bazen yazarın kendisi, bazen bir karakter olsa da, okuyucuyu daima cümleyi kuran kişiliği tanımaya yönlendireceği aşikar.
Anam ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum.
Albert Camus, Yabancı
Camus’nün bu girişi anlatıcının ilgiyi cezbetmesi üzerine tipik bir örnek. ‘Kim bu adam, bi insan annesinin hangi gün öldüğünü neden bilmez, daha da önemlisi bunu nasıl bu kadar rahat söyleyebilir?’ gibi birçok soru ile okuyucusunun kafasında karaktere dair ilk izlenimlerini uyandıran Camus, karakterinin okuyucu tarafından dikkatlice incelenmesinin de önünü açmış oluyor.
İDDİA EDEREK:
İddialar bir çok insanda tepki oluşturur. Bu tepki okuyucuların bir kısmı için kabullenme, bazıları için de muhalefet etme dürtüsü olsa da, ilgi çektiği bir gerçek. Bu bağlamda gönül rahatlığıyla söylenebilir ki, önemli olan iddianın haklılığı veya haksızlığı değil. Hatta bu, son derece geri planda. Önemli olan okuyucuyu bu iddia üzerinde düşünmeye sevk etmesi. Ortaya atılan iddia, ne kadar ‘iddialıysa’ o kadar ilgi çekecek ve okuyucuda bu iddiayı destekleyen şeyleri öğrenmek konusunda heves uyandıracaktır.
Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.
Lev Nikolayeviç Tolstoy, Anna Karenina
Tolstoy’un bu son derece ilgi çekici iddiası da “Anna Karenina”nın hem girişi, hem de anafikrini oluşturuyor. Üstelik mutluluğu sıradanlaştırıp mutsuzluğu öven yaklaşımı ile okuyucuyu romanın atmosferindeki melankoliye alıştırmaya da başlıyor.
NASIL YAZDIĞINI ANLATARAK:
Yazarın aynı zamanda öykü karakterlerinden biri olduğu durumda seçilebilecek ikinci bir giriş de ‘peki ben bu kitabı neden yazıyorum’ türü girişler. Buradaki yazar kurgu bir yazar da olabilir. Önemli olan kitabın karakterlerden biri tarafından sadece anlatılması değil, bizzat yazılmasıdır. Okuyucuyu iki katmanlı bir gerçeklik içinde dolaştıran bu girişler hem kitabın yazıldığı zaman dilimini, hem de kitabın içeriğindeki zaman dilimini öğrenme konusunda heves uyandırarak kurguyu da daha ilginç bir hale getiriyor.
Beni tanıyanlar, öyle okuma yazma işleriyle büyük bir ilgim olmadığını bilirler.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Tanpınar’ın kült romanı “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün girişi, hikaye karakterlerinden birinin aynı zamanda kitabın da yazarı olduğu duruma örnek. İlerleyen sayfalarda adının Hayri İrdal olduğunu öğreneceğimiz anlatıcı-yazar karakter, okuma yazma işleriyle öyle fazla bir ilgisi olmadığını da söyleyerek onu yazmaya sevk eden sebepleri öğrenmeye dair bir merak da uyandırmış oluyor.
OKUYUCU İLE ANİ BİR YAKINLIK KURARAK:
Okuyucuların karakteri kendine yakın hissetmesinin okuma hevesini olumlu yönde etkilediği bir gerçek. Peki daha girişte bunu sağlamak başarılı sonuç verebilir mi? Bazı örneklerde evet. Özellikle de teklifsiz bir yakınlık söz konusuysa okuyucunun kendini bir anda karakter ile arkadaşça sohbet ediyorken bulmasını sağlamak mümkün.
Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.
J. D. Salinger, Çavdar Tarlasında Çocuklar
Salinger, “Çavdar Tarlasında Çocuklar” kitabına yaptığı bu girişle karakterle okuyucuyu samimi bir sohbetle birbirine yaklaştırmakla kalmıyor, başka bir küçük hile daha yapıyor “Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz…” diyerek: okuyucunun dinlemeye hevesli olduğunu varsayıyor ve buna ikna etmiş oluyor. Zekice, değil mi?
KARİZMATİK BİR REPLİKLE:
Replikler, hikayenin en önemli parçalarından biridir. Öykünün girişini replikle yapmak riskli olduğu kadar işe yarama ihtimali yüksek de bir hamle. Tabii burada repliğin etkileyiciliği önemliyse görünse de, bazen sadece merak uyandırması da yeterli olabiliyor. Yine de buradaki örnek etkileyici bir replik üzerine olacak.
“İntihar etmeyeceksek içelim bari!”
Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi
Adalet Ağaoğlu’nun bu girişi, intihar kelimesinin vuruculuğu ile beslenip ilgi çekiciliği artırılmış etkileyici tek bir replikten oluşuyor. Söyleyen karakter hakkında da, bu repliğin içine yakışacağı hikaye hakkında da merak uyandırmayı başarıyor üstelik.
HİKAYEYE TAM ORTASINDAN DALARAK:
Aslında her hikayenin bir öncesi ve sonrası vardır. Sadece yazarlar bu kısımları planlamamıştır veya kendilerine saklarlar. Bu açıdan bakıldığında, okuyucuyun hikayeye şahitliğinin başladığı anın bir şeylerin ortası olduğunu açıkça belli eden girişler aslında en gerçekçi girişler olabilir. Hatta, belki de bu yüzden ilgi çekerler. Okuyucu hiçbir ön hazırlık olmadan kendini olayın göbeğinde bulur. Karakterleri tanıması, olayı çözmesi için zamanı olmamıştır, ama akış içinde bu fırsatlar ona verileceğini bilerek sabırsızlanmaya başlar.
Tekrar ediyorum, baylar, boşuna sorguluyorsunuz. İsterseniz beni burada sonsuza kadar alıkoyun; adalet dediğiniz yanılsamaya bir kurban vermek gerekiyorsa beni hapsedin ya da asın; ama yine de söylemiş olduklarımdan fazlasını söyleyemem.
H. P. Lovecraft, Randolph Carter’ın İfadesi
Bu örnekte, Lovecraft’ın Carter karakterinin ifadesine ortadan daldığı görüyoruz. Okuyucu daha ilk cümlede, Carter’ın zaten bir sürü şey söylediğini öğreniyor -tam olarak ne söylediğini de asla bilemeyecek- ve bulmacanın çözülmesini beklemeye başlıyor. Üstelik bu durum okuyucuya tamamen görünmez olarak karakterlerin mahremiyetine sızdığını hissettirmesi bakımından da ilgi çekici. Sonuç olarak, Carter’ın daha önce neler söylediğini öğrenmeye karşı duyulan ilgi, okuyucuyu sonraki satırları da görmek konusunda heveslendiriyor.
Hikayeye ilgi çekici bir giriş yapabilmek zor olsa da belirli stratejiler olduğunu söylemek mümkün. Yazı dahilinde tek bir örnek verdik, ama emin olun bu kalıpların bir ya da bir kaçına uyan çok sayıda örnek mevcut. Bu teoriyi test etmek için; Derleme: Romanların İlk Cümleleri isimli yazımıza da göz atmak isteyebilirsiniz.
Evet, incelemeyi bir soru ile noktalayalım: Peki ya siz giriş cümlenizi nasıl alırdınız?